haydi el ele verelim tüm filmleri 3 boyutlu yapalım.
hatta 5 boyutlu :)
şöle ifade etmem kafidir; bilen bilir;
3 saat sonunda yüzümde hasıl olan o en küçük bicik çocuk gülümseme hala mevcudiyetini korumakta...

Dip not: cukka olan bir şey yoktur. telaşa gerek yoktur. her şey mümkündür. gözlüksüz nasıl görünüyor diye arada bir yoklayıp meraklar da giderilmiştir. ne kadar içten gelse de duygular bastırılmış ve onca insanın içinde ekrana doğru uzanan el dürtüsü kırılarak rezilliğin önüne geçilmiştir :)

alakasız verilmek istenen dip not: 2dklık çalışmanın 3 saatlik renderı, insan ömründen ne kadar yer? sürekli takılırsa; kendini aşağı atma hissi yaratacağından tehlikelidir. ya sabır çekmek sonuna kadar tavsiye görür.

evde genelde çalışma günü nasıl geçer özetlemek hasıl oldu beynime;
bir de ufaktan bir sızı şikayet etmek istedim ama rasyonel olmayan (mantıksız yazarım genelde, kullanmak istediğim bir kelime uğruna bu seferlik böle) fuzuli istekler uğruna bir şikayettir, farkındayım.

öncelerde mevzu bahis etmişimdir; evin kaçta kaçına yayılma durumlarımdan. annem gelince odasından elimi eteğimi çekerim nasılsa düşünceleri de laf mış :)
valla canım nereyi çekerse oraya yayılmaktayım. farzı mishal geceleri oturma odasındayım. kucakta lap top, tv karşısı ki gereksiz programlardan biri sırf ses yapsın diye açık halde çalışmaktayım. artık ya sabahlar ya daha makul saatlerde oracıkta gayet de rahat çek yatta uyumaktayım son zamanlarda.

sabah olur ben devşirme odama taşınırım. ilk odam hani sıcakta bozulmasın diye oranın ısısında -ki eksilerde geziyor- muhafaza ettiğim güzel eşyalarım, kolleksiyon olsun diye atmadığım ufacık birikintilerimle dolu ama nispeten düzenliler. araya bir filmin jeneriğinde duyduğum alıntıyı sokuşturmak isterim. torente şimdilik atamadım filmi "11 e 10 kala"ymış ismi. aha bu da kendi kendine bir suç duyurusu oldu. film, bir kolleksiyonerin hikayesi vs.. adama niye kolleksiyon yapıyorsun diye sormuşlar, adam da hayatı tutabilme için gibi bi laf etmiş. tabi bu yarım aklımda kalan. yoksa hayata tutunabilmek için miydi ya da hayatı yaşayabilmek için ohoooo ben de yani. hani hep şikayet ediyorum beyin çok dolu, çok meşgul, alıyo ama birkaç saniye içerde işliyo, sona salıveriyo, bünyeye katarken yine kendine benzetiyo die. bu alıntı da "alıntı" olmamış olabilir. laf öyle kalmış zihnimde. neyse ne diyodum?

ilk oda "buraya uzun zamandır kimse girmedi" misyonuna sahip zaten. devşirme odada günün belirli saatlerini geçirmekteyim. sabah kalkmıştım en son di mi... hani uzun oturuşlardan sonra popo ve sırt henüz kendini yenilemişken, masa başı oturmalarını yapabilir durumdayken, devşirme odada biraz çalışmaca yapıyorum evet. sonra bir ara uyku geliyor efenim bi sıkıntı basıyor. haydii belki uyurum olasılığı ile anne odasına. tam uyumalık kallavi bir yatak. devşirme odada yatamıyorum çünkü yatak üstünde ikamet eden sakinler var hali hazırda. bilimum güzellikte kitaplar, notlar, arada benim gibi tek bir yere sığamayan kıyafet sakinleri vs...
anne odasında geçirilen iki dakka ı-ıh uyuyamicam diye yanına getirilen kitaplar. o da yetmedi burda da bir bilgisayar olsa. hatta her odada bilgisayar olsa, hepsi birbirine bağlı olsa. hepsinde en son kaldığım yer mevcut olsa yani temelde hepsi tek bir bilgisayar olsa da şu lap top ı da her gittiğim yere taşımak zorunda kalmasam.

işte şikayet kısmına gelmiş bulunmaktayız. hani rasyonel olmayan yani irrasyonel olan yani mantıksız olan hatta daha güzel ikamesi; fuzuliiii olan şikayet ve peşi sıra arzular kısmı. e hadi iri yapsın bi güzellik...

dün bir abartmışım free catalog olayını :) ama adamlar catalog.com u bile açmışlar, insanı teşvik etmesinler canım. nadide ülkemize çok çok az gönderinin bulunması durumunun verdiği kışkırtıcılıkla, yılmadan taleplerimi sıraladım. hatta birine özel mail bile attım; efenim ben turkiyedeim ama ben de ben de isterim diye. yuh bana :) biliiriiiim hemen cevabı geldi ilginize teşekkürler, şubat ayını size göndericez vs vs

ni ha ha ha ho ho ho hoooo

yaşasın kötülük hissiyatları sonrasında dönüşümler yaşadı tabi. içerdeki hainlik hinlik beyazlarla örtüldü. altta pijama üstte ne bulduysa giydim kabanı, beresi, elleri yine de donduran eldivenler ama tutmuo ki buu yapışıoooo.. hep söylene gelir klasiktir ama doğrudur efenim inkara ne hacet. beyazdır, soğuktur, çıkardığı güzide ses bir rahatlamaya sebebiyet verir. içimizdeki bu dürtüler değil midir haydi oynayalım dedirten.

ne diyordum, hani küçük küçük kardan adamcıklar türeteyim dedim, adamı bırak topunu yapamıosun ki. yine yılmadan çalıştım. bişiye benzesinler bari yardım alayım derken uzatmaları yaşadığım bu tatil günlerini zehre çevirmeden aman eğlencelik yaratalım çabaları ile azcık oynaşmaca yaşadık bakalım.



sonra ver elini after effects, sonra iki haftalık iki makale türetmece. şimdiden bakındım farklı fakültelerden dersler de alınası sanki diye. meğersem cennetmiş bazı mekanlar. efenime söyliim sanatın sosyolojileri, psikolojileri, felsefelerinden tutun da özelde tiyatro, sinema araştırma-eleştirmelerine kadar kallavi güzellikte isimlerle bezenmiş dersler. tamam ikinci dönem, bir aksaklık vuku bulmazsa kafaları daha çok yormanın zamanıdır :) yükseklerde olmak bu değil miydi zaten yahu? ben mi yanlış geldim, yanlış yer de mi indim yoksa? (lütfen yanlış ile yalnız ı hala karıştıran arkadaşlar var; yapmayın gözünüzü seviim: yanlış doğru, yalnış yanlış. o yalnız için geçerli. yalnız doğru yanlız yanlış)(kalınan cümlenin başına dönerek parantez dışındakileri okumak suretiyle anlama ulaşabilmek olasıdır) biri bana izah etsin lütfen. kafaları daha çok yormanın yeri değil miydi burası? işin derinine inme, derinlerdeyken tepelerden uçma, bakar gözlerin istikametinde görülmeyen mevcudiyetlerin varlığını bulma...

biz bulalım, bulamayan da olsun ki biz farklılaşalım. kendimizi öyle sanalım ki mutlu olalım :P

bir de ricam var. ilgililere sesleniyorum. hatta çok rica ediyorum. var olan müzik parçalarının ki öz benlikleri ile bile çoğunlukla müzik betimlemesini hak etmeyen nota dizelerini evirip çevirip güzide reklamlarımıza cingıl yapmayalım. duydum mu bi hoş oluyorum; bir mide bulantısı, baş dönmesi, zaman zaman diş ağrısı, kağıt kesiği sızısı, şeytan tırnağını kopardıktan sonraki can yakısı, hücre göçü,... ufak tefek zararsız gibi görünen ama koca cüsseyi sarsan bilümum (bu kelimeyi de her yazdığımda farklı yazıyorum eheh) ne varsa... bu konuda neler yapılabilir(bir de yapılınabilinir de diyorlar ona da gıcığım ama o mu doğru yoksa :S) bir değerlendirip (değerlendirilip) sonuca ulaştıralım lütfen.

heh bir süredir kaçak hayatı yaşıyorum desem yeridir. hala 4 tekere kavuşamamış ben, hatta öyle ki sınıfta arabasız olan bir tek ben.. ilk zamanlardaki yabancılık atılınca canım arkadaşlarım her gün bilimum yerlere bırakabilirim teklifleri ile beni ihya etseler de ah çekmiyo değilim. hepsini tek tek öperim.
nese kaçak hayatı diodum;
efenim metroymuş otobüsmüş vs.. birden ne olduysa belediyenin vs çalışan nadide insanları gişelerde pasaport, vize kontrolü yapmaya başladılar adeta. aha bu sefer mçtık diye de hiç geçmedim vala. nerdeyse aylar öncesiden ödediğim 20tllik dekontum ve daha yenilerde aldığım bandolsüz kimliğimle korkunun üstüne üstüne gittim, cidden. sorduklarında da üşenmeden anlattım ki ilerki yaşlarımda kimse beni tutamicak orası belli. lanetin hatta naletin teki olara dönücem :) daha çok yeni de bandrol yapıştı kimliğime.

işin şakasına gel gelelim. şekilde görülmekte hemen bakalım:



üşenmedim path ledim, kıvrımlı hatlarından. bi de gölge koydum ki adettendir diye :) foto pek iyi olmadı ama kendini ifade etmek için yeterlidir, uygun gördüm. işte bu yanarlı dönerli şey zebellahların arasından rahaaaaatça geçmenizi sağlıyo valla.
eheh görünce direk tutamayıp milletin içinde bu ne ya ne komik diye salıverdim :) burada da söylüyorum ama amanın suç mu işliyorum yoksaaaa...

herkes bir şikayet, bir yakınma, bir dertlenme durumlarında gezinmekte mi? evet!
bu herkes, memnun değil mi halinden? evet!
herkes farklıyım sanıyo mu kendini herkesten? evet!
aidiyet ile ilgili sorunları mevcut mu her daim? evet!
çekip gitmek istiyo mu bu herkes? evet!
o zaman daha huzurlu olacağına mı inanıyo pardon kanıyo yudum yudum? kesinlikle evet!
sanıyo, yanılıyo mu yoksa? yıldızlı peki*

eheh e bu herkes, huzuru bulmak adına gidecek bir yerlere. sonra herkes herkesle karşılaşacak o yerlerde. yine olacak birileri çoğunlukla huzur kaçıran, çekip gideyim bir yerlere dedirten yine. dedirten olmasa da üstlendirilmeyecek mi birileri bu misyonla? kesiiin. e demiyo muyum işte yine çıkıyo aynı kapıya; 4köşe özgürlük üzerine (illa da gönderme illa da ben)

lütfen birbirimizi kandırmayalım daha fazla :)
sadece ve sadece san ma var, sanma!
öyle bir her yer de yok, herkes de.
herkes, herkes işte.
bazen herkes herkez, sonuç olarak o da herkes.

sonunda patladı. 12 saatlik bir uyku, yine nerdeyim soruları ile geçen bir kaç saniyelik salaklık yoksa yakalanan gerçeklik anları mı demeli? neyse sonuçta geçip gittiler ve yine biçilmiş role geri dönüş...

of dün ne kadar da stresli bi gündü. hey hey lilerin tepelerine üşüşmüşlerle uğraşmaca ama sonuç fena da olmadı. iki dersi atlattık, son değiştirmeler hiç bitmiyo zaten. yine sarktı tabi, uzatmaları oynicaz bi iki dersten.

şimdi sergi yapıcas, asıcas, altına da aha bunu ben yaptım dices peki bir dip not düşemez miyim aslında kendim için diil sizin için yapılanlandır bunlar cünkü bir dönem boyunca içimdekileri nasıl ifade etmeye çalıştıysam red aldım. çok kavramsalsın(bu ne demek se) böle işler yapmak istyosan yanlış yerdesin diye vs vs vs* neyse çok da girmeyelim bu konulara, sonra aleyhde dedil olayları olmasın...

hala salaklık üzerdeyken biraz da olsa, kafadakilerin özüne mudehale edip istedikleri gibi deiştirelim bakalım. daha kopyalar var, kopyalamalar, yığınlar ve yığınlar içinde yok olmalar (programla boğuşmaca ki aslında işin en güzel yanı o galiba). üsluba kafadakilere biraz olsun öz de olana dokunmayan yegane insan :) Makale çevirisi üç gün beni inletti ama belirtmekte fayda var, yüne de saygılar, sevgiler...

uzatmalar sa makalelere. sanırım şimdi işim daha zor. daha bi akademik olsunlar daha bi kapsamlı daha bi akademik mi? evet yazılanlar genelde deneme niteliğinde :) oyle yapcaktım aslında zamanında verecektim alacaktım notumu ama yok diretiorum ki şişirmeler olmasın vs... salaklık var bünyede boşuna konuşmuyoruz burda..

bu sefer daha erkenciyim ama tipim daha erken kaydı. gecenin dördü olmuş, kalk tost yap, yerken de arada videoları karıştır bakalım. hmm ilk defa dinlicem, çok da uzunmuş 17 dakika. 3 dakikayı geçen videoları genelde geçiştirmeme rağmen bunu sonuna kadar dinledim vay be. ilk defa dinledim. küçük iskenderden. heh şiir evet güzel şiir. ağırlaştıran bir şiir. çoktan uykuya yatmış anneyi uyandırıp sarılmayı isteten, yeni aldığı battaniyeyi de hemen mürekkep lekesine bulamışken :S
bir an ne için uyanık kaldıgını düşünüp anlamını sıfırlatan. özlemleri hatırlatan... hmm tehlikeli mi yoo şuan böle.
birazdan dönücem işime gücüme, çok da kötü değil, belki o da ağırlaştırıcak biraz; kopyalama mı yo o diil. Bunun adı 4köşe özgürlük üzerine... biraz daha after effects e hakim olabilsem... ne kadar anlamlı bu da di mi heh. evet bu da bu kadar anlamlı, bu kadar anlamlı olmalı, belki de anlamsız olmalı, anlamsızken yaşanmalı, bunun anlamı da anlamsız olması...

heh gelenekselleşen sabahlama bugün de gerçekleşti efenim.
saat 5.30 olmuşşş. evde tin tin sessiz sessiz geziniyorum arada. ses çıkarmayım derken göz çıkar ya. neyse ki ev ahalisi (annem olur) alışkın. gerçi bu saatlerde bünye yaratıyo bişiyler sürekli, bakmadığım tarafta oynar gezinir görüyorum başka ahaliler. ama ben kafayı çevirene kadar fıymış oluyolar sanırsam. acaba vücutta gece gece elektrik bir başka türlü mü akar gider merak etmekteyim. zira gecenin ağırlığı beynime inme k te. o inme ki öne eğmekte. heralde bu da kan akışından elektrik yayılışına kadar etki etmekte. sonuçta ahaliler oynaşmaktalar ortalık yerde.

başka bir sebebi de kucaktan inmeyen diz üstü olabilir mi? her gün sayesinde verdiği zararları düzenli olarak işitmekteyim. valla sırt ağrıları, popo düzleşmeleri, tetik parmak durumları, öne eğilen boyun sendromları, göz tik tik atmaları, ayakta taban yükselmesi durumları ile oluşan kas gerilmesinin her adımınızda hissettirdiği ağrı ile yaşamak zorunda olmak yok o diz üstünün marifeti değildi. heh olmayana olmayanı yüklemek de bizim marifetimiz dil mi? ama iyi marifetleri de var.

mesela gece üşüyen parmaklarımı ısıtıo, o yüzden kucaımdan inmio valla. aradaki bağ böylece daha bi kuvvetlenio heh. kendisi ecnebi artık emektar olacak. yenilemeler başladı daha önce de söylemiştim. biras bi gençleşir gibi oldu bakalım. ne alakasız şeyler bunlar normaldir bu saatte bu inme ler vs...

bir de hala çeviri. son bir sayfa kaldı, toplam 5 sayfa çıkmış ama okuyup da anlayanın alnından öpüüücem.

demek ki saat sabah 5 e doğru ya beyin ve beden şartlanmış ya da sadece çalışma sıkıntısının verdiği dürtülerle bloga yönelmeler söz konusu oluyorlar. hmm gerçi saati biraz kaçırmışım, 5 buçuk olmuş.

ne mi yazılır bu saatte? tabi ki itiraf;
zat-ı muhterem sayesinde yahu neden daha önce düşünemedim ben bunu dedirten bir itiraf; sanırım bir bakıma sahtekarlık gibi eheh nedense bana iş çeviriyomuş hissi veriyo ki hoşuma da gitmio değil.

şöyle ki; gerek meslek icabı gerek şahsi tercihler doğrultusunda etraftan toplanan numuneler sözkonusu. daha ziyade yurt dışından teminler daha bi kıymetli. belli sitelere girip üye olduktan sonra beleş katalog talebinde bulunuyorsunuz veeee bir iki hafta içinde koca kataloglar elinize geçiyoooo. evet inanması güç belki ama adamlar buralara kadar yolluyolar valla :D bence güzel, görsel örnek, gerekli olabilir, taş attım da kolum mu yoruldu, daha ne isterim...

kimine çok gereksiz gelebilme ihtimali de var, orası beni değil kimini ilgilendirir :) örnekleri enstrüman(ne zor bi kelime yanlış mı yazdım acebe) satışı yapan bir siteden...





okula gitmeye birkaç saat kalmış :S makale sunumu var ki henüz hazırlamadım. makale çevirisine devam. ehehe iki üç saat uykuyla, yanımda soğumuş kahvem, halbuki sütü ısıtırken elimi yakmıştım. kendi soğumuş ama elim hala sızlıo. bu da ne garip bir ironidir...

bu sefer de beşe on kala yakalamışım.

gözler seyirir, şişmişler, puslanmışlar, inanması zor belki ama küçülmüşler.. kopya* larla uğraşmaktan.. bir iki saat uyusam diyorum, rüyada kopyaya devam kaçınılmaz nasılsa. kulakta aynı ses; fotokopi çekip durucam. neyse biraz rezil** izledim de küçük gözler ve çatlak dudaklarla sırıtıyorum.

dipnota gel;
*Kopya; after effects de uğraştığım kendi içinde inanılmaz evrimleşmeler geçirmiş hakkında hayırlısı denilesi bir projedir.
**Rezil; nevi şahsına münhasır zat-ı muhteremdir...

sabahın beşe yirmi kalası;
birileri birilerinin yerine uyuyo geceleri.
rüyaların da siparişi verilmiş.
birileri birilerinin adına yaşıyo bişileri.
etrafta da sanki sürekli olmayan şeyler hareket ediyo!

elimde yine haddinden fazla büyük bir bıçak ile 4 adet sıkmalık nietine yemelik portakalı önce yarılarından sonra ikişerli kesicem ve kemirerek bir süre kabuklarını ağzımdan çıkarmadan diş yapıcam.

sırtım ağrımış bükülmekten, kıçım da uyuşmuş oturmaktan, gözlerim zaten kaşıntılı. evet durmazsam durmadan şikayet edicem.

kendime şaşırıyorum aslında. birilerine çekmişim demiyorum artık birilerine benzer oldum ve buna benzer şeyler...

efenim, öğle ve akşam yemeklerinin evde yendiği zaman dilimlerine houseu sıkıştırmalara devam. aslında yemeklerde izlenebilecek en son şey; mide ara ara kalkıyo, işlenen konular doğrultusunda gösterilen sahnelerden, ama olsun. house bu! tam anlamıyla sözleri not alınası.

her bölüm, milyonda bir raslanan vakalar vuku buluyorken, artık bu döngüden sıkılmaya başlamışken, araya farklı şeyler sokuşturmak suretiyle yarılanan göz kapaklarında gözler, fal taşı oldu yeniden.

hatta oyle ki, duygular sular seller, salyalar sümükler, sonrası gidip anneeee diye yakınınızda bulunan, istediğinizde dokunabileceğiniz sevdiğinize yapışmalar...

klasik ötesi; sevilenin kazada kaybedilmesi, dahası kolların arasından kayıp gitmesi, bir daha görememe, dokunamama gerçeği teması evet. ama bence güzel işlenmiş. işe yaradı valla, ama bir kaç günlük işte.
nie mi; e insanız.
çabuk unuturuz,
çabuk alışırız,
çok sündürür acaip yıpratır sonra kendi haline bırakıp eski şekline dönmesini bekleriz bön bön bakarak...

dur ben bi koşu gidip kafa yasliim yine
bencillik mencillik evet doğası, özü bunun üzerine kurulmuş. kimse inkar etmiyo. ne var ki o kollar her daim sarılacaklar! bunu bilmek güven veriyo mu veriyo...
artık herşey bilinmezken, yegane kalan gerçeklerle avunmayı da çok görmüyorum kendime. farkındayım da...

alakasız;
uzun zaman önce okumuştum ve bir türlü tam olarak hatırlayamadım tabi kii hem de nicedir! yeniden raslaşınca, sebepsiz gibi görünen fekat içten gelen bir dürtüyle buraya taşımak isteği doldum taştım bir anda;

"...'fotoğraf yüzünden resim doğayı taklit etmeyi bıraktı', diyenlere verilecek en iyi yanıt, 'hayır resim öyle bir gelişme içine girmişti ki, fotoğraf icat edilmek zorundaydı, biçiminde olabilir (Tansuğ, 1982, s.206)."

burdan çıkarılabilecek ilk sonuç; evet şuan makalelerle boğuşmaktayım. hergün eeeee vericem tehditleri arasında stres tavan yapsa da amaaaaan bana ne boyutuna ramak kaldı hatta geldi :) oh o da bir rahatlama bir rehavetle geldi.

öyle ki kızım yemeğinle oynama lafları yükselmekte, ama napim anne çekirdeklerini çıkardım reçel yaptım reklam repliğini anımsatır cevaplar yükselir boyutta. haksız mıyım ama? amaaaaaan boşver yükseklerde uçmaya devam etyoruz işte...

iki dakkada yapılan anca bu kaaaa...

kararlar alınır, esintidir gelen bazen gürler, anidir. özellikle de gece gelirler nedense? psikolojik ve fizyolojik nedenleri şüphesiz mevcuttur, şimdi onu tartışmicam.

aynı fizyolojik ve psikolojik nedenler, birşeyleri birden anlamsızlaştırmıştır. sonlar, başlangıçlar vs vs vs...

ama bir bakarsınız anlamsız olan şeyler anlamsız değildirler. kararlar yine değişir. belki tekrar söz konusudur. yerinde sayma gibi gelir bir an, gelen o değildir aslında; algılanandır, peki bu süreç bir gerileme süreci midir?

hayır! ilerlemedir kendi içinde. çünkü işin doğalıdır söz konusu edilmiş süreç. olur böyle şeyler ve hep olacaktır :) ne güzel...

geri adım değildir olamaz ki! mutlaka kattıkları ile gelir çünkü gelir... kayıplar herzaman kazançtır çünkü kayıp değillerdir, kazançlardan daha büyüktür kayıplar bu anlamda. o yüzden bunu da yaşamalıdır insan.

"malı" die birşey yok aslında, süreç sakınılamaz nitelikte. bunu farkedebilene ne mutlu, doya doya yaşayabilene helal olsun!

yine de esintiler geldiğinde bazı durumlarda iki kere düşünmekte fayda ola!

evet anlamaya başlıyorum sanırım...

bir alıntı, bir replik; "kaybeden olmanın özgürleştirici bir tarafı var değil mi?"

son dönemlerin popüler dizilerinden birinden, aslında popüler mi bilmiyorum etrafta kimler izler izlemez bilmiyorum çünkü. hani ben izliyorum, annem bile seviyo ya popüler sanıyorum belki de. işte bugün izlediğim bölümlerinden birinde duydum yazdım bi kenara. gün içinde ara ara düşündüm düşünmedim, içerlerde dolandı durdu ama. anlamaya çalıştım, sanki anladım evet tabiki öyle, ama yok bir dakka anlamadım galiba nası oluyo ya diye kafayı sağ yukarı kaldırıp gözleri de aynı hizaya devirerek düşündüm yine. çoğunlukla içerlerde bir yerlerde boşlukları yakaladım, anlamadım yine.

hastamız serseri, ne bulmuşsa kullanmış. nerde akşam orda sabah, hani dar pantolon, eski ağır botlar ayaklarda, üstte yine dar deri ceket giyip acaip can sıkıcı bir müzik yapan cinslerden. umrunda olan tek şey hmmm yok galiba. tek söylediği; hiç pişmanlık yaşamamış olması. ölmek üzere, umrunda değil. bir kısmı için sinir bozucu bi adam çünkü çoğu insanın yapamadığını yapabilmesi kıskançlık sebebi. alıntı bu şahsına münasır adam için...

hmm kafam hala karışık. ben biraz daha düşünememeye devam edeyim.

bir de peşi sıra söylenen şu laflar var ki sıra daha onlara gelmedi;
"hayatta 3 seçeneğin var; iyi ol, iyiyi elde et ya da pes et"

haydi bakalııııım...

sadece anlık sıcak. genel olarak kapı çarpıyo, iki taraf hep açık. hep de ortada kalınca tutulmalar normal, tutukluklar da peşi sıra. direk vuran akım bir yana, etrafı saran, çepeçevre dolanan, akıp giden baka kalma durumları ile başbaşa...


tehlikeli bir soru y muşlar. ama kırışıklar? şimdilik mimiklerle sonrası tek başlarına. neyseki göz çevreleri kendindeler, fazla gülmediklerindendir, zaten çevreleri değildir ki içleridir hep güler, yandan yemişinden de olsa. yemiş işte içi yani... gülen hani? demiştim ya, dışı değil.

bir de çatanlar var. feci! asıl maraton koşan onlar. heh yeterince evde evsiz kaldık anlaşılan. illallahların biri ona. kimine saltanat, sona eriyor az sonra. kırışmış mevzu da rafta böylece. anne işte nasılsa, minimiş diye davranır her daim.

yokluğunu aratmayanlar da oldu aslında okulda. hmm hasta mısın sen yine yoksa? ben hasta öğrenci istemem, asistan da istemem. burada kalma niyetin varsa yok onu yemem bunu yemem olmaz. palton yok mu senin? hususi araban mı var yoksa pardösü geçirmiş üstüne. aaa bi de batıkentlerden taaaa buralara. bir daha görmicem bunu giydiğini, hem şu sokak ağzına da son ver yazılarında. "seviyorum, size anne diyebilir miyim?" (cidden ama eheh)

ama sırtım ağrıyo valla, iki gündür de bacaklarımda. ayağım zaten her daim. yamulmuş tipim :) bir de şu domates doğramalarda parmaklar da her daim doğranmasa... hep aynı, sol baş parmak, gerildi ki davul gibi, kıtır kıtır acıtmakta :D fazla detay rahatsız etmesin eheh milyon defa gelmiş gerçi başına. vücutta en fazla yen(ilen)en oraa... hiç yenemeyen nere? cevabını bildiğin soruları sormayı da bırakmak lazım.

ikinci illallah projelere. yok olmuo nası bi dönem anlaşılamıyo. var üstümüzde birşeyler dolanıyo. biliyorum bu bahane ama bahaneler uydurmadım diğerlerine. sanırım uzatmaları oynicaz, fena yaka silktim. oynuyorum döne döne... kafalar şimdilik çarpmıyo duvarlara. hayırlısı dicem bu da teselli. söz kalmadı el işlesin en iyisi!

her kanalda 09 almanak..
31 aralık öncesi de vardı 31 aralık sonrası da. daha yeni ntv nin kapsamlı bir 2009 çıkartmasına bakındım biraz. tv artık neredeyse hiç izlemeyen, önceden en azından okuma bilmeyen bir insan edasıyla gazetelerin sayfalarını hızlıca çevirirken fotolardan tahmin yürütebilecek derecede bir insanken, şimdi göz ucuyla bile bakmayan bir insanın, 09u bir çırpıda nası da yakaladığının birebir tanıdığı ve sanığıyım ben :) tüm programa katlanamadım elbette niye mi? bilmem.
aslında biliyorum. ilgilenmiyorum. cık cık mı? yooo ilginlenmiyorum çünkü canım istemiyo. hadi canım mı? valla istemio. insanın gündemi takip etme gibi bi konuda canı isteme istememe durumu olur muymuş hiç? valla olur. basbaya canım çekmiyo. bende sistem böle işliyo. isteyen kınar, isteyen ayıplar :)
benim canım gündemi takip etmek istemio, haberlere bakmak istemiyo, gazeteleri okumak istemiyo, bir filmi sonuna kadar izlemek istemio, hatta canım, film boyunca katlanabildiğim kadarını bile kesintisiz izlemek istemio.
annem hep sorar senin canın ne istio? yok pardon bu başka bi versiyonu oldu. gerçi bunu da her sabah duyarım. ne yemek yapim canın ne istiyo :D canım hala kurabiye güzeli istiyo...
asıl soru "sen kimi seviyosun ki?" olacaktı :) artık pek duymuyorum gerçi bu soruyu.. ozamanlar tv izlerdim ve sürekli onu sevmem, bunu sevmem diye söylenirdim, habire milleti eleştir dur, karşılığında da bu soruyu duyardım; senin sevdiğin birisi var mı(?)

neyse ne diyodum; tanımını çok da yapmaya gerek yok zira bire bir tanımlaması ilişikteki fotoda. işte soldaki benim 09 almanak. artık o defter içindekiler diğer senelerin olduğu ayakkabı kutusunda. sağdaki ise 010 için, kendileri yeniler. "illallah!"



biara kitapçıda gördüm ilgimi çekti ve aldım bakalım kullanırım diye. içinde ara ara metinler, özlü sözler vs var. tabiki inanma, inanmama durumları ile ilgili. önsöz bile yazmışlar ve son cümle de şöyle;"...bu ajandayı, kendisine dinsel kimlik dayatmasından illallah diyenlere sunuyoruz..."
nedir bu illallah, aslında hepimizin bildiği bi tanımı var ama bi bakiim dedim. bildiğimiz anlamı doğru değilmiş meğerse, alıntı yapıcam efenim;
"Bir kardeşimiz bıkkınlık ifadesi olarak bana illALLAH dedirtti derse şu mana çıkar; Aslında benim ALLAH falan diyeceğim yoktu. Bu beni zorladı. Öyle zorladı ki, canımdan falan bezdim. Sonunda bana zorla ALLAH dedirtti şeklinde olur ki, Müslüman böyle sözlerden sakınmalıdır." gibi bi ifade...
heh ilginç, yani önsözde de dinsel kimlik dayatılmasından o kadar bıktım ki alah alah ozaman gibi bişi mi demişler. hadi bakalım.

bu sene de inançların bol bol sorgulanacağı bir yıl olacak demekki. bir de o geçiş anını nerde nasıl geçirdiysen tüm senen öyle geçecek inanışı var dı di mi?

hmm... nilüfer, es es, atölye, hare, kirpi, techouse, buzzzz, atölye, porsuk 10, simit, es es, nilüfer...
e hadi hayırlısı ozaman.



Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa