bir kere telefonlara çıkamıyorum. zira karşıdakine derdimi anlatamıyorum. çünkü sesimi duyuramıyorum. artık hiç ses çıkaramıyorum. (sesim kısıldının uzatması nasıl olurmuş bilimum ifadelerle) öle böle diil ciddi ciddi hiiiiç ses çıkmıo artık benden. kısıldı demek çok iyi niyetli düşünmek oluyo o derece yane. kimi bu duruma sevinebilir tabi ama valla ben korkuyorum. bu arada bağırmaktan vs diil, gitti ama neden gitti bilmiyorum...

o halde bile iki saat tam performans zıplamalarla kalan son enerji de akan terlerle arena kaldı. bu biraz iğrenç oldu galiba.

doktora yollanma vakti geldi heralde. ona da ne kadar eğlendiğimi anlatırım artık. şaka maka ses çıkmıo yazışarak anlaşıcas artık heh...

hatırlatma: bir süre telefonlara çıkamicam. halsizlikten telefonu açamıyo olabilirim. hani teleon eskaza açılırsa, bir sessizlik olursa, yokum sanmayım bilin ki cevap veremiyorumdur ama dinlerim. hep iyi dinlerim. iyi bir dinleyiciyim.

bu gece arenada devrilmezsem, kolay kolay devrilmem heralde. hep böyle olur. aslında pek sık hastalanmayan bi insan, çıkacağı gece mutlaka rahatsızlanır. daha önce de başıma geldi, üstelik serum vs yedim yine bana mısın demedi.

nese millet yesin içsin, sende işte ayakta durmaya çalış ama yine de orda durmaya çalış. beni bekleyen durum bu gece de bundan farklı değil heh hadi bakalım hayırlısı.

bende bir terslik mi var? hani yok da ben mi bişi var sanıyorum.
şimdi kitap güzel, akıcı, merakla okuyoruz kendisini ama gel gör ki başladı mı tasvirler ı ıh yok beyin almıyo. resmen reddediyo sanki, canlandıramıyo bir bir söylenen tarifleri.

adam güzel güzel anlatır freud'un odasını; efenim odaya girdiğinizde sol tarafta bilmem ne ifadesiyle bilmem neden yapılmış bilmem kim heykelleri varken, sağınıza baktığınızda bilmem ne etkisi uyandıran bilmem kaç zaman antikası... diye okumaya başladığım anda aha tam da o anda benim kopuş da yaşanmaya başlıyo. ohooo dur bi dakka ben anlamadım ki. dolayısıyla gözümde de canlandıramadım ki. nerde ne varmış nasılmış ne etkisi yaratırmış? yahu olmuo! inat eden bir cins olunca du bidaha okiim. amaaaaan neyse ne diyip yine de okuyup geçiyorum.

şimdiiii bu durum, tüm tasvir olaylarında kattiyet suretle yaşana dursun, ben de bunun büyük bir sorun mu yoksa böylece deşmeden kabullenmem gereken bir maraz mı olduğunu düşüne koyulayım...

Dip Not: kimlik benlik kim demiş kim yüklemiş kimler ne şekil çelikliler çatışmalar mı? yoksa reklam analizi mi :S cevabı bilip kararsız olmak ne güzel... tansiyonu düşük olmak da...

olduğum yerde hiç bu kadar küçükleşmedim ya da sahnede birinin bu derece büyüdüğüne şahit olmadım. yalnız(?/!) dım, 60 kişi içinde. bir an sadece ben ve sahne ve beynin askıya alınmış anları. arada, kocamanlaşan koltuktan kalkmak ne kelime, başımı bile çeviremedim, çıkmamak için, askıdaki beynim, kafatasında bir o yana bir bu yana çarpan bir sarkaç moduna girmesin diye. ağzımı açmadım, gözümü kırpmadım -tamam bu abartıydı, istemsiz ne de olsa kırptım ama askıdayken. sonra hiç bu kadar samimi olmamıştım, olmamıştı. "söz uçar, yazı kalır" söylemiyle kalemi eline alan ilk ve belki tek kişiydim. naçizane "evet, söz uçar, yazı kalır ama bazen kelimeler de kiyafetsiz kalır. bu kapıdan yürüyerek değil, adeta süzülerek çıkacağım" dedim, kıymetini bileceğine emin olduğum için... vay be... ne geceydi.. bir tutam hüzzamdı sadece. sıkışmış, kızışmış, bunalmış, vermiş vermiş, verilmiş kimlik ile solumaya çalışmalar sadece çelişmeler yaratmış.

e yine pişti oldum ama;
ders; sosyal kimlik sorunları, var olan bir ben, verilen bir ben, var edilmeye çalışılan bir sen, aslında olan senle beraber, sen ve ben, bazen biz, bazen sadece ben veeeeeee sen... bakalım bir dönem bu çelişmeler ile varlığı huzursuzluklara vesile olan çatışmalar, yaşanması yetmez bir de bilimsel daha neler neler...

aha yine bakmadığım tarafta parlamalar, kıpırtılar. göz önüne düşen ferler- neydi ki o, perde mi? öyleyse yanlış oldu çünkü güneşlikler rafa kalktı. kalsa kalsa sadece tüller kaldı aralanan.



seç me li.. hı hııı
senin seçtiğini seçmeli.
nedir yani?
seçilmişi seçerek neden saçmalıyorum ki?

aman ters düşme.
ver ver doyur...
doymuyo ki!

bir kere geç de olsa tatmışım o tadı, neden ağız şapırdatan ben oliim ki?

birey mi? kim ben mi? hı hıııı
evet seçme li. bu yüzden ape not a monkey!

ajanda 2010 İllallah! kayıt;
ve bir illetten kurtulduğuna inanmanın sanma durumları...

Deriiiiiin bir Nefesssss
ağır geldi...

"Benim gördüğüm mavinin sizin gördüğünüzle aynı olduğunu nerden bileyim?"

valla olur. 3ün lafını bir süre önce etmiştim zaten. görmemiş ilk defa görmüş sonra tüm filmler 3boyutaa diye çağrı yapmış! yuh okadar gaza gelmiştim evet. yanındakini dürtmemek için zor durup, ekrana koşturmamak için koltuğa yapıştığımdan da bahsetmiştim rezilliğe bak :)



e 3de bu derece gaza gelince, duydum ki 5boyut of gidilmez mi? o nası oluyo ki? bir heyecandır gittim, 5dakika mı sürüyo olsun dedim. birkaç çeşidi varmış; efenim korku tüneli, roller coaster, uzay macerası vs vs. 5dakikalık 5boyutu seçmek için harcanan 15dakika sonunda roller coaster tamamdır dedim. hala bilimum mide kaldıran, atan tutan lunapark aletlerinin karşısında ağzının salyaları akan ben başka ne seçer. epeyce dandik bir gözlük ile epeyce dandik bir ekranda, mütemadiyen her yöne sallanmak suretiyle 3e 1boyut katan koltuklara yapıştım. eh sükutu hayal yane. ya kafamı sürekli koltuğa çarptığım için- gaflette bulunup taktığım tokanın düzenli, aynı şiddette olmasına rağmen her defasında daha fazla hissedilen darbeleri beynimi sulandırdı, keyfine varamadım ya da harbiden kötüydü. evet kötüydü. ha 4 oldu 5in diğer biri, ayaklarıma sürtünen kelebekler, bir yerlerden lan kim üflüyo dedirten soğuk hava akımı vs. yine de diğer 3boyutluları merakla beklemekteyim.

neyse yukarıdaki yeni katılanlardan. konuya uyunca ekleyim dedim. ha mısırın orjinalliğine de dikkat çekmek isterim. tavşana mı benziyo bana mı öyle görünüyo?

ve bir illetten kurtulur!

işte bu sefer o an dedim. çok çok yakındım. hemen sahnede oturuyodum zaten. iki adımda yanlarındayım. sahne ise şöyleydi;
tipler aldılar çekirdekleri ellerine, çömeldiler yere, baya baya seyirciye baka baka tüküre tüküre çitlediler çekirdekleri. heh bi de en sevdiğim şey oldu; hani sanki her anın belli bir süresi vardır ne bilim işte iki saniye dona kalınır, sonra geçer. o iki saniyelik donma ya da bekleme süresi 4, hatta 8 bilemedin 16 olursa bayılırım. bi salaklama süresidir o izleyen için ki o an işte göz seyirmesi vs herşey tepkimelenir. bu tüküre tüküre baya baya suratımıza baka baka çitleme sahnesi de öyle bi sahneydi işte. iki adım ya.. atamadım valla, yemedi. neyse ama güzel bir göndermeydi...

sonra aklıma şu geldi; oyunlarda kötü adamlar neden hep en iyi oynar? hep daha keyifli oluyo onları izlemek, kendileri de keyif alıyo oynarken orası kesin. hayatta kötüyü oynamak kolay değil belli, potansiyeli mi salıkveriyolar bilmem yoksa ben mi özellikle onlara odaklanıyorm onu da bilmem.
efenim iyi oynayan kötü adam, saat 12 ye 5 varken, yelkovana bir çivi çakar, artık tüm saatler de o saatte donar. hep 12 ye 5 vardır. biri zamanı çalmıştır. hatta mutluluğu, doğmamış çocukları, okuma-yazmayı vs...vs'leri çaldıran insanlar da "ne tarafan yıkılır duvarlar" örerler oyun boyunca.
ha bi de şebnem ferahın duvarları var ardını görebildiği belki şeffaf aslında ama bi tek kendinin bilebildiği neyse bi ara ayarladım, onu da düşünücem o ara.

göndermeler kuvvetli aslında ama neden bu kadar b.ku çıkar bilmem. herşeyi göze sokma isteği neden? millet anlasın diye mi evet evet arabesk kültürden :)
ne alaka? e tabi ki son makalem. bi gecede yazıldı evet yuh ama keyif verdi. bunun için bi tez çalışması dahi yapmış adamın teki. oturmuş dolmuşçularla, kamyoncularla anket falan yapıp, araçlarına yazdıkları yazıları analiz edip, sonrasında kendi de çalışma yapmış. cidden keyif aldım. konu daha çok ucuz beğeni-kitsch (kiç der durur ya hocalar böle yazılıomuş o meret), avam vs artık ne derseniz. bir de kitap okudum ki kısaca arabesk kültür tarihini anlatan pek bi keyifliydi ehehe. ikinci dönem başı orhan babadan girip müslüm dayıdan, yok o mu babaydı hangi neydi? sanırım bi kere daha okusam iyi olucak heh. neeese bi sunum bile hazırlicam valla.

ha nerden buraya geldim, evet. kısaca sanatçılar örnek olmalı mı, anlaşılma derdini gütmeliler mi, daha net mesajları daha idraka ve paylaşıma açık halde sunmalılar mı? belki oyundaki olay da bunla alakalı. ama be kardeşim millet anlicak die göz kalmadı yane(tamam kötüydü ama cidden öle en öndesin bi de gözler akıyo artık dürtmelerden, heh tamam sustum).

oyundan öncede bi ana kız var, boş yer varsa geçelim diye görevli yanında bekleşmekteler. kız anaya soruyo "konu ne?" ana "valla kızım hiç bakmadım bilmiorum" dio. e görevli tutamıo "bi adam var, herşeye karşı çıkıo, onu anlatıyo oyun" diyo. bak bak. halbuki oyunun iki saat boyunca göze soktuğu melemeler. ıslıkla ters köşe yapmaca. nese o da güzel.

heh bi de bişi keşfettim. bu sene sanki kafam daha bi başka çalışmaya başladı. olaylar arasında hemen bi bağ kurmalar, efenime söliim bi kurgular, baktığın tarafa çekmeler. pek bi hoşuma gidiyo ya hadi bakalım...





Şuaralar mad men'e sarmış durumdayım. Makalelerden (evet hala makale hala makale artık makalelikten çıktılar zaten) okumalardan fırsat buldukça, özellikle yemek aralarında izliyorum. ilk sezon bitti bile eeheh yuh evet. o dönemleri seviyorum, sonra reklamcılık sektörünün deli adamlarını vs vs vs hiç anlatmalara girmicem şimdi. mutsuzlar mı e tabikii. bu bana afili lügat ta okuduğum bir sözü hatırlatıyo;
"mutlu olmaya çalışmayı bir bıraksak, baya iyi vakit geçiricez" demiş amerikalı sanatçı, tasarımcı edith wharton.

dizinin soundtrackleri arasında bi parçayı çok sevdim. dokunuyo baya, tabi o sahneyle beraber izlemek gerek. aşağıda ajansın portfolyosu ile bir slayt hazırladım :) dinlemek şiddetle tavsiye olunur. dizi mizi ama adamlar portfolyolarını bile koymuşlar sitelerine valla heh. buarada ödüllü falan bi dizi, yane dizi diyip geçmemek lazım ne me lazım...



sırada dexter, merlin, perfect strangers, one piece, samurai champaloo var
tabi yeni bölümleri yayınlandıkça izlediklerim de cabası; house, the big bang theory, how i met your mother, desperate housewives. of napmışım ben ya :S

bilen bilir; kimi hiç dokunamaz giremez hatta tüm gün tutmak zorunda da olsa o "b.ku" eve kadar bekler vs heh hiç anlayamam nası başarırlar. bravo mu demek lazım yoksa vah vaaaah mı orasını da geç. efenim ben sık sık kullanırım afedersiniz. "m.san.m" biraz küçük. biraz bi soğuk gelsin bi bardak çay içeyim hemen "iş.mem" gerekmektedir. günde hmm nerden baksan 10 bardak içmek demek artık hesaplayın kaç defa tool.te yollanmam demek. toooooo'lar olmasa daha iyi olur. şimdi bu durumda gel de tut. eve gidene kadar altıma ".şer.m" afedersiniz.
neyse uzatmayalım; aslında hemen girip işimi halledip bir an önce çıkiim modlarında da çıkmak lazım sanki. zira biraz etrafa bakmalı. heh hoş manzaralarla karşılaşılamayabilir tabi her zaman ama arada hmm dedirticek şeyler de çıkmıyo değil sanki.
teveden de çok uzak kalmamak gerek diyerek gece taşınmalarını teve karşısına yapınca nabzı biraz biraz tutmaya başladım. bir süredir izlediğim 4hece haftada 3gece jenerikle gün içi etrafta dolanırken, hele de ihtiyaç anlarında olur olmadık yerlerde görünce nedense daha bi keyiflenesim geldi. hemen kareledim. isteyen istediğine bağlar, çeker, süper. hmm "b.k" lar arasında consume, obey, dieeeee evet "bo.tan"
kafa bu aralar o taraflarda sanki. ahaa bunun şöyle bi felsefesi olabilir diye kılıf mı buluyo, yalan mı yazıyo ama keyifli de oluyo.

"Politikamız, dinimiz, haberlerimiz, sporumuz, eğitimimiz ve ticaretimiz; bunların hepsi de protesto unsurunun, hatta halkın etkisinin izine dahi rastlanmayan gösteri dünyasının (show business) hoş uzantılarına dönüşmüştür. Diyeceğim o ki biz, bugün için, ölesiye eğlenme noktasına gelmiş olan bir topluluğuz." (Postman, 2004)



Baştaki alıntının dışında kitabın önsözündeki okuduğum bir yer de çok hoşuma gitti. yazar, Orwell (1984) ve Huxley (cesur yeni dünya) arasındaki farklılıkları biraz özetlemiş. cesur yeni dünyayı okumuştum ama 1984'ü almama rağmen başlayamamıştım. yazarın yazdıklarından etkilendim doğrusu ve onları da eklemek isterim:

"...Orwell bizi nefret ettiğimiz şeylerin mahvetmesinden korkarken, Huxley bizi sevdiğimiz şeylerin mahvedeceğinden korkuyordu. Bu kitap, Orwell'in değil, Huxley'in haklı olduğu düşüncesiyle yazılmıştır." ile sonlanan önsöz. oldukça cüretkar bi bitiriş mi yoksa sadece ben mi etkilendim bilmem.

işin diğer hoşuma giden tarafı ise; daha önce de söylemiştim, tam da nereye dönsem baksam denk gelmem. henüz stickerlar taze. hava koşulları, kafa koşulları ve nedense biraz hmm nereye yapıştırılası kasışları -niyeyse- nedeniyle elimde 4 köşede tıkılı duruyolar. bilumum yerlere yapıştırınca kareleyip burdan afişe edecektim ancak okuduğum şeyler sonunda dayanamadım. şu haliyle koy verdim. onlar yapışınca bir yerlere nasılsa koy veririm yine.

heh bu ara okuduğum şeyler bile beni coşturmaya yetiyo diye gülüyorum. önceden bu kadar değildi sanki, bastırılmışlıklar, sıkışmışlıklar yok yok dışardan gelen değil aslında hepsi içerden daha daha fazlaydı bünyede, ne yazık!

mesela şimdilerde kalp atışımı duyabilmek adına nefesimi tutuyorum. ben nefesimi tutunca, o atışını bağırıyo. delice bir hoşa gitme durumu hasıl oluyo ve yanında bi şeyler daha...

ha hiç mi yok sıkışmışlıklar ohoo tonla. ama onlar artık ayrı bir hazda. çünkü biliyorum :)

Bir alıntı;
"Kitle kültürü öğretir, eğitmez. Manevi değerlerin seri halde imalatıyla, kopyalarla, zevk ve değerden yoksun ürünlerle ve ferdiyete karşı ilgisizliği ile o, kişiliksizleştirmeye götürür. Asıl kültürden farklı olarak kitle kültürü, yeknesaklığa temayülüyle insan hürriyetini daraltır. Çünkü hürriyet, yeknesaklığa karşı koymak demektir"



nihayet devşirme odamda bir adet takvim mevcut, bir de diğer sakinlere katılan başka bir sakin. bana birini hatırlatır ama kim :) zaaflarımı üzerine topladığı içindir belki yakınlığı hissedilegelmesi.



lüzumlu lüzumsuzluklara devam ozaman...

kaynamakta olan suya el daldırmak suretiyle yapılan hamlenin maliyeti nedir acaba? üstelik çok da sevmediğiniz haşlama yumurtayı almak uğruna. 1-2-3 yanıklar mı, buz arayışları akabinde eriyişleri mi? evet bunlar daha çok fiziksel kalır asıl olmakta olanın yanı başında. dehşete düşmelidir belki, korku tanısı konulmalıdır.
e yuh demezler mi yahu bu ne dalgınlık? Dalgınlık da demezler heralde ya kapanagelmiştir ya açılmakta olmuştur aslında, yine de evet maliyeti yüksektir. mikrodalgaya metal koymak bile daha olası daha deniz seviyesi valla ya da fişi takılı iken robotun bıçağının yerine oturup oturmadığını kontrol etmek ya da kendi çakmağı ile bir türlü yakamadığınız ocağı inatla kapatmayıp arada geçen saniyelerce gaz salınımına karşı yine de bulduğunuz çakmağı çakmak ve poflamayı görmek vs vs vs ha bi de kettleda(nasıl yazıldığını yeni öğrendim valla) ısınan suyun kaynama derecesini ölçmek için parmağı daldırıp akımı hissetmek var. sonra su tulumunun dayanıklılık testi. alırsınız kaynayan sulu su tulumunu, yatarsınız üzerinize iki saniye içinde bir ıslaklık ve hemen akabinde sıcağı hissedersiniz bacaklardan yayılan. kaynama noktası ile bi sorunum mu var acaba?
heh hepsi denendi istemeden ya da istemli, ama bu son vukuat güldürüyor zaman zaman ama çoğunlukla korkutuyor biraz biraz ürkütüyor. kaynayan su, elin içine doğru salınışı ohooo noluyo yahu? havada uçuşanları arada sırada yakalamalı yani.

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa