şimdi adamlara gel de anlat.
8de hastane yolları, öğle sonrası 3,5lar lar lar
tahliller ler ler ile
temiz, olumlu, negatif ya da pozitif her ne dil*se.
şimdi adamlara gel de anlat.
(iç ses devam eder...
doğru.
eet biraz fazla.
şimdi adamlara gel de anlat.
değerli rapor imzacılarından birinin ifadesine göre;
"hastaysan da git ya, hastaysan da git"
şimdi adamlara gel de anlat.
yapmak istediğim çalışma esasında biraz kafa sıkıntılarını yansıtmakla, dı sesle yoğrulmuş iç ses,
efenim böyle bi dışavurumlar, iletişim değil gibi görünen iletişim temelli ama orjin nokta kaydırmaları ile ifadeden ziyade sanki ifade araçlarını aramak üzerine vb.
ucundan mental illness lazım.
şimdi adamlara gel de anlat.
-hiç tedavi gördünüz mü?
-birkaç görüşmüşlüğüm var.
-ne zamandı?
-ha yok yok üniversite zamanları canım.
(muhtemel düşünülen genel geçer semptomlardır bunlar, geçer geçer ile önemsiz bulunmalar)
-zararlı alışkanlıklarınız var mı?
-nası içki, sigara, kumar gibi mi (yersiz sevimsiz bir ifade ile sırıtmadan öteye geçemez konuşma ve devamı...) yok vala yalnızca arada sosyal içiciyim ben.
-ne sıklıkta tüketim?
-haftada bir-iki.
-ha iyi (anneye göre *bağımlı olma bak dikkat et ile eşdeğer)
esasında ara verme vaktinin yokluğunun platformlarda farklı algılar şeklinde tezahürü..
tek bir şeye odaklanma ile diğer herşeye verilen aranın temsili uzatması.
uzatma, artan bir ivme ile hızlanmada; aynı anda ve geri sayımla...
önce manevi evlat acısı, reddedilen materyalist duyguların enerji dönüşümünü sağlayabilmek adına sürdürülebilirliklere katılmaya başlamaları sözkonusu. iki senede oluşan, bilgisiyar masa üstü kalabasının untitled ibaresi yerine kullanılan ıvır zıvır yığılmalarının, hem sanaldan hem somuttan hareketlilikleri had safhada. temizlik değil geri dönüşümdür; iki senenin yığıntısını etrafa saçmaktayım. azalttıkça içerdeki ferahlık dışarıyı kirletir mi bilmem, görece mevcut.
ama ben tek bir sırt çantası ile iki seneyi kapatıp, yeni bir mekanda yeni bir dört seneyi kovalamaktayım.
adamları bulup tek tek alınlarından öpmek istedim. şiddetle tavsiye edilesi, buyrun efenim...
tamam bu içilen son bira
tekrar bi izledim de
acaba o son şarkı mıydı bahsettiği
yoksa
sondan bir önceki mi?
artık müzik dinlemek görüntüye eklenen efektten ibaret. en fazla 20sn. cihazdaki tam parçaları sonuna kadar dinlemeye sabredememek, kısa kısa geçmek gibi. eldeki teknolojinin imkanlarına duacı; farklı çıkışlar ile klasmanından tam ters köşe bir klasmana taşıyabilmekte. eklemekte çıkarmakta, yapılanın dışında kullanmakta oldukça ısrarcı. son zamanlarda dolup taşan kısalardan kıssadan hisselerle tüm bir günü onlarca zaman dilimine bölerek boğmakta.
okuduğu "the time for being against is over" dolanmakta.
daha neyin zorlamasıyla durumu zorlaştırmakta?
bir problem dahi yokken varmış gibi ondan problemin tespitinin yanında tanımını da yapması istenmekte...
nedeni basit işte;
bunun neden istendiğini bir türlü anlayamamakta.
senden ve senin problemlerinden bana ne!
etrafa serinlik basmışken hissedilmeyen problemlerle yüzünü kara kedinin uzun tüylerinde gömerek uzaktan uzaktan uzaklaşmakta...
"siz gayet aklı başında, sorumluluk sahibi bir insana benziyorsunuz" der henüz yeni tanıştığı kişi.
benzer yorumları sıklıkla duymakta ve bir kez daha dinlerken, "ile bir arada -mış gibi olabilmenin tek yolunun sorumluluklarla oyalanmak olduğunun acab kimler farkında" diye geçirmekte aklından. tek istediğim makina olmak derken tarifini çizmekte: ömür boyu garantide, su geçirmez, sıcaktan soğuktan etkilenmeden, oldukça stabil çalışmakta iken, bir göstergesi, açma kapama düğmesi yer almamakta.
eve hırsız girmiş, sesini duyurur sessizlikte dolanmakta iken, yanında bir gölgeyi taşımakta. bu kadar yokmuşçasına dolanıp sürekli bir şeyleri aşırırken, varlığını hissettirmek konusunda neden bu kadar ısrarcı olmakta? evin asıl sahibiyken misafir hissetmeye başlaması, gölgeyle hırsızın, fiziksel olarak da pelte gibi kabararak yayıldığının belirtilerini taşımakta.
başka bi alternatif alsak dünyaya?
ama aperatiflik olsa?
mümkünse...
azzıcık tatsak, tadını alsak.
sonra tadında bıraksak; tadı damağımızda kalacak cinsden olsa.
hmm hatta abartsak çikolata yer gibbi olsa messela.
yanında kahve de olsa.
kahvede eritsek çikolatayı, sonra erimiş kıvamından koccaman aperatiflik ısırsak.
her halükarda hoşşumuza giden mutluluk veren tadımlıklarla devam etsek.
kahve sade ve hafif acı olsa, çikolata da o nebze bitterlik messela.
iki bitter bi kocca kurabiye güzeli kıvamında
olsa...
hmm ama yok ozaman şimdiki durum misali dibini görene kadardır tadımlık porsiyonlar.
komalıktır.
kafayı açık dolap kapağına çarpıp aldığın hasar sonucu sarsılmalarla sendeleyip, arkadaki yatağa çöküvermek kadardır. şişlik bi nebze az olur diye buzlarla gezersin bi süre, bi süre de komple ağrısı ile...
velhaaaasılı kelam
aparatiflik de olsa dünya
tadından yenmio maşalah.
hep giden; kalanlarda olmasına isyanlardadır şu aralar. penceresi ile tel arasında sıkışmış kertenkeleyi ne kurtarabilmekte ne de öldürebilmektedir. sadece hala orada mı diye kontrol etmektedir sabahları.
balkonunda yavrulayan kedi ile üç kedi(cik) ile evde kara kız, denge kurmaya çalışmak zordur vesselam.
neden sonra sıcaktan akışkanlıkların ilacı cereyan esintileri için açar pencereyi. bilemez belki içeri salmıştır herifi, belki de aradan sızdırmıştır.
2 senenin sonu et yığınlarından da sızarcasına kaçan bizatihii o iken, geceli gündüzlü katıldığı tekne gezmeleri. şimdilik yalnız bırakılmış koylarda soluğu almak gibisi yoktur artık. bakar bakar haaaala bulamaz büyük ayıyı.
yine yeni geldiği bir gece koylarda yüzmece seansları ile beğeneceği bir uykuya balıklama dalacaktır, tekneden suya atlar gibi.
ve sıra gündüzde, teknenin en başında o adını bilmediği uzun çıkıntıda arada çıkan dalgalarla havalanmaya başlaması ile gelen güp güp sesleri... tam da bu tutar onu, sıkı sıkı. herkesin kafalardaki algılarının tam zıttını barındırdığı bünyede ateşli savunuculuğunu yaptığı o çok özlediği keşmekeş kozmopolit varlığı, kısa bir süre sonra uzun bir süreliğine alacaktır koynuna, canım istanbul mu?
duyguların akışkan hallerinin buharlaşma evrelerindeydi.
gece kan ter içinde uyanıp, serinlemek için binbir türlü olasılık hallerine girişlerin, sonuçta uyuyakalmalarla, sabahın kör vakitleri, şiş gözler ve bademcikler ile uyanmasına şaşmamalıydı.
son kalan olmasına rağmen tek başına oturacak yer bulamaması, erkenden yatağa uzanmalarının sebebiydi belki de.
ev kalabalıktı.
mesela iki adet bisiklet kası vardı artık; wiskas*ız.
sonra bir adet topuk dikeni kıvamında sol ayak topuk kemik ağrısı ile sıcağın sonucu alerjik bünyede kaçınılmaz son sırt omuz arası minik isilikler. çene kasmaları sonucu sürekli gergin diş-çene ittifakı. iki adet alerjik göz kaşıntı sendromu ile sabahları hasıl olan çapaklanma sorunsalı.
herbirinin sesi ne de çok çıkmakta, düşünmek tamamen arka planda, herkes sadece görevini yapmakta, kimi üstüne vazife olmadığı işlere dahi kalkışmakta, sıklıkla.
sonrası için yapılan işler birer sanrıdan ibaretken, zihinlerde canlanan hep benzer eskaza fotoğraf kareleri. aniden bir yerlerde giren çerçeve bozmaca...
ve eve gelen tanıdık bir misafir ile eski defterler üzerinden hayıflanma seansları, atılan fazla fazla karalama olayları, kullanılan karakalemler zamanla silinirdi, artık tükenmeze geçmiş, karalamalarla daha da yorulmakta...
çizgili giymeyi çok severdi.
artık pek giymiyordu.
artık hep aynı şeyleri giyiyordu.
canı çok sıkılıyordu.
canı sıkıldığı için mi hep aynı şeyleri giyiyordu
yoksa hep aynı şeyleri giydiği için mi canı sıkılıyordu?
bu otobüslerde de hep eski parçalar bulunuyor diye şikayet ediyor yine de dinliyordu.
bilmem neleri hatırlıyor,
canı sıkılıyordu.
dinlediği için mi canı sıkılıyor yoksa canı sıkıldığı için mi dinliyordu?
zaten uzun zamandır tek taraflı dinliyordu; kulaklığın teki ne zamandır çalışmıyordu, sadece sol taraftan dinliyordu.
canı sıkılıyordu; kulaklığın tek taraflı çalışmasına çok bozuluyordu.
sürekli ayak ağrısı çekiyor, tek ayağı fena acıyor, bu durum çok canını sıkıyordu. yoksa canı sıkıldığı için mi ayağı ağrıyordu?
bu yolculuklarda da hep çişini tutmak zorunda kalıyor
şişiyor
şişiyor
susamasına rağmen içemiyordu, işemesi gerekiyordu.
sapsarı olmuş tırnaklarına takılıyordu. şekillerinin iyiden iyiye değişmiş olmasına canı sıkılıyor, o çok sevdiği ellerini göz hizasından kaldırıyordu.
oturmaktan kıçı ağrıyordu.
dizlerini hep yukarı çekerek oturuyor yoksa uyuşuklukla dizleri de ağrımaya başlıyordu.
sıcaktan tonlarca ağırlığa ulaşmış başını yaslıyor, kucağına çektiği dizlerini okşuyordu.
çizgili giyinmişti. siyah-beyaz çizgili eteğini seviyordu.
canı sıkılıyordu.
sıkıyordu canını.
canını da sıkıyorlardı üstelik.
bizzat kendi
bazen vıcığını çıkarıyordu,
incecik edene kadar rendeliyor
çatalın ucuyla dürte dürte daha da inceltip
üstüne bir de ince elekten geçiriyor
posasıyla suyunu tamamen ayırıyordu.
çişi gelmiş, susamış ama içemiyordu...
üstelik canı da çok sıkılıyordu.
bugün çizgili giymiş, gülümsüyordu.
sanırım bir kitap yazmak istiyordu can sıkıcı...
geçen gün mutfakta babasının söylediği şey aklına geldi birden;
mutfaktaki küçük masasının üzerine serdiği çiçek desenli muşamba işi örtüsü pek de zarar görmemiş haliyle uzanmaktaydı.
-aferin bak, sen de benim gibi mallarına iyi bakıyosun; aynen duruyo.
gülümsedi sadece ama aklından geçen aslında hiç kullanmamış olmasıydı...
hiç ilişmemişti bile, sadece arada bir tozlarını almak için silmiş, deterjan bile kullanmamıştı.
hiç hırpalamamış,
hiçbir şey istememişti ondan,
hiçbir şey beklememişti, zorlamamıştı ki onu hiç.
hiç söylenmemiş, başının etini hiç yememişti bikere.
hiç dertleşmemişti de, hiç akıl da sormamıştı,
sadece arada bir göz göze gelmişti o kadar.
etrafta o muşamba işinin yanında bu şekilde iletişim kurmadığı ne de çok şey vardı.
hep düşünmüştü, evet o muşamba işiyle bi işi olmamıştı o yüzden pek oralı da olmamıştı, doğaldı; ama iletişime geçmeyip aslında geçmek istediği ne de çok şey vardı. içinde yük gibi her gittiği yere onlarca tonu da götürmüştü, yük arttıkça sürüklemeye başlamış, tek yorduğu o yükleri ve yükleri her yere sürükleyen kendisi olmuştu.
of bi gün gelse, kopsaydı herşey keşke ve bir bir dökseydi yüklerini, bırakması gereken yerlere bıraksaydı keşke.
bırakabilseydi.
herkes bu şekilde yüklerle mi dolaşmaktaydı acaba? o yüzden mi omuzlar düşük, kafalar yerlerde, o yüzden mi yüz mimikleri bile yer çekimine çoktan teslim olmuştu?
evet herkes böyleydi galiba. ama birşeyden emindi. yüklerini bırakır bırakmaz ne olursa olsun aşağı sarkan dudakları yön değiştirecekti.
gülümseyecekti sadece...
yok yok bunların hepsi yatak yastık marifetiydi. artık alıştığından küçüktü yatağı birkaç gündür, yastığı ise ... birşeye benzetemedi, çünkü onunki kuştüyüydü bu ise elyaf. hergün gördüğü kimini hatırladığı kiminin sadece hislerini yaşayıp görüntülerini bilincine gömdüğü rüyalarıydı tüm sorumlu.
yine mekan değiştirmek gerekliydi...
şimdi
iki gündür ne yapsa dindiremediği bir baş ağrısından muzdarip
rahat bir ton çeker hissettiği, taşırken destek gereken bir kafa ile gezinmeye çalışmakta...
ne şekilde bu acıyı dindirebilir beyin fırtınası sonucu duvara kafa atmaya karar vermiş bulunmakta...
e ne de olsa nedeni bi taraftan da bu duvardır azizim
şimdi karşıda bi duvar
bu duvar bi adam
bu adam bi duvar
duvar adam
ve bana sordu;
duvar adama atılan bir kafa duvara atılmış sayılırsa adama da atılmış sayılır mı?
adama atılırsa, duvara da atılmış olacağı için hem adam hasar görmüş hem kafadaki ağrı dinmiş olur mu?
kafadaki ağrı dinmiş olursa, adama atıldığı için mi duvara atılmak suretiyle kafa kırıldığı için mi yoksa adama verilen zarar sonucu duvarı da etkileyeceğinden problem iki türlü kaynaktan halledilmiş mi olur?
yoksa ne de olsa karşıdaki bi duvar adam, duvar olduğundan kelli atılan kafa sonucu her koşulda zararlı çıkan kendisi mi olur? hem kafadan olur hem de ağrısı katlanarak artan bir ivmeyle kendisi tavana mı ulaşır?
ben de tek bir soru sordum bu adam köşeli mi?
ha bu arada çoktaaan duvardan bi kaç kafa yemiş kendisi, kafa göz dağılmış esasında, birkaç diş kayıp, dudak patlamış, biras kan kaybetmiş, siyah-beyaz çizgili eteğine kan falan bulaşmış, temizliim derken biras daha bulaştırmış, kafayı engellemek için refleks olarak kaldırdığı elini biras ters bi hamleyle savurduğu için birkaç parmaktan da olmuş, alçıya alınmış.
durum vahim, hepsi normalmiş gibi iki gündür geçmeyen baş ağrısını geçirme derdine düşmüş.
ben de biras düşündüm
taşındım
zorlandım biras
sonra kendine kaza süsü vermesine karar verdim.
fikrimi de söyledim.
yakın bir zamanda bulunur, kaza süsü verilmiş bir halde.
haydi bakalım beklemedeyiz...
Bu sefer her
anlamda ilişiğini kesmeye gitmekteydi,
önce "veronica ölmek istiyor"du.
uzunca bir zamandır okunmamıştı.
"...tanrı varsa;... bizi burada vakit harcamaya zorladığı için özür bile dileyebilir" e kadar göz de beyin de aynı hizadaydı.
sonra,
göz okudu,
beyin farklı şeyler düşündü.
göz okusun dedi, beyne bunu nasıl yapabildiğini sordu.
"Ten ve İz" okumalarına atladı birden.
orada
"İnsan mantıklı ya da rasyonel bir varlık değildir" yazıyordu
ve
"hiçbiri hastalık değildir, tersine herkes daha çok yaşamak ister".
"onunsa kırmızı bozuk para cüzdanında taşıdığı, küçük benzerleri arasından tesadüfen bulduğu beş senelik tanıdık kokusu vardı, gittiği her yere taşıdığı, arada yanında gibi hissetsin diye kapağını açıp gözlerini kapatıp kokladığı...
bu kadar rasyoneldi aslında; çünkü hepsi gayet de bilimsel açıklanabilir moddaydı. açıklayabilirdi hepsini; neden onu var ettiğini, heryere onunla gittiğini, neden uyurken de uyanıkken de kafasında bazı şeyleri canlandırdığını...
evet hepsi çok mantıklıydı. yanıbaşında duran
saat 0:22
10 temmuz
29,8 derece
bu durumda tek mantıksız olan saatin üstüne basıldığında aydınlatsın diye konan ışığın sürekli renk değiştiriyor olmasıydı.
Olmayan Kelimeler ajandasına kaydedilmesi gereken şeyler vardı. her gün yazılamıyordu artık bunlar. arada bomboş kalan koca iki hafta çizelgesini doldururken geçmişini yeniden yazıyordu bir nevi.
kaydını geçtiği iki haftanın ilkindeki olmayan kelimesi;
uzaklık anlayışı izafi:
kiosses (sibirya yakut dili) bir parça etin pişmesi için gereken zamanda alınan mesafe; krosa (sanskritçe) bağırdığında bir insanın sesinin ulaşabileceği mesafe; poronkusema (fince) geyiklerin hiç çiş yapmadan gidebildikleri mesafe. bizim de "bir sigara içimlik yol"umuz vardı ama...
diğer haftanın olmayan kelimesi;
mamihlapinatapai (şili, yaghan dili) aynı şeyi arzu eden iki kişinin hareketi karşı taraf başlatsın umuduyla birbirlerine yönellttikleri bakış; birbirine aşık olan ama ilk adımı atmaktan korkan kişiler arasındaki bakışma.
geçmiş o iki haftayı boş bıraktı..."
"bir dul (widow), blok bir metnin sonunda paragraflar arasında satır kesmesi izlenimi veren tek başına duran kelime veya kısa cümledir.
bir öksüz (orphan), yeni bir kolon oluşturacak şekilde bölünen paragrafın son bir veya iki satırıdır"
bkz. görsel tipografi sözlüğü
çoğunun sandığının aksine iş kolik diilim ben arkaddaşım,
idealist falan da diilim,
her sabah şunu yapmam gerekiyo diye kalkıyorum bi kere daha ne söyliim?
oyalanıyorum fena mı?
tercih ettiğim kendimi sürekli meşgul etmektir,
e bu ara tüm algının odak noktasının tartışılmazı ile kendime notlar silsilesi
0 yorum zaman: 6/14/2012 04:08:00 ÖSşimdi
birkaç olasılık mevcut (bak yine matemeatik)
ya ben oldum
ya ben doydum
ya öğrendim
ya tükettim
iki adet göz sürekli masamın üstünde ve bana bakmakta,
evimde yuh bu kadar sakin olamaz dedirtcek türde sadece gözlerini görebildiğiniz simsiyah bir kedi gayet bireysel takılmakta -evdeki pilli kurabiye canavarını bile sıkıştırıldığında daha çok ses çıkarmakta,
iki saat yelkenle denizde boğuşmuş -ki adaya çıkmama çok az kalmıştı, güzel yanık sızısının keyfini mohito(bizzat ben* yapımı) ile taçlandırmışken, en sevdiğim çikolata tüketiminin önce buzlukta dondurulmuş hallerinin zor kopartılıp yenilir cinsi olduğuna kanaat getirmişken, az kaldı gece sıkmaları ile dişlerin tamamının kaybına.
uleynnn bu kadarı fazla uzadı dediğim korkutucu temel durumların mevcudiyeti ile sürekli şaka misali nerdeyim lan, e uğraştığım da bulunduğum yerin temasının derinine pek bi ters dedirtirken, bi bardak ile güzelleştik...
kedi kido ile söyleşilerdeyiz;
zira sizin geçen perşembe-cuma söyleşileriniz pek bi hadi canım, çok sıkıcı, geç in kuzum bunları tadındaydı. haaacet tepelerden esen meltem ile gelen b*k kokularıdır kuzum, kabul edin. 26sını sükuuunetle beklemekteyim, izmirli olmak da var işin sonunda :)
off cidden silkelen ve kendine gel, nerdeyim ben ne yapıorum soruları için bir hayli geç kalmış durumdasın, farkında mısın?
tooolette kağıdının bitmişliğini farketmesi üzerine, muhafaza ettiği dolaba gidip bir adedini tezgaha bırakmasıyla alakasızlık içinde kendini tost yaparken bulan, tostun ortasında birden kendini bulaşıkları yıkamaya yeltenip, yarısında odadaki dağınıklıktan birkaç parçasını eksiltme hevesi içinde iki parça eşyayı mevcut yerlerinden iki karış 45 derece sağa kaydırıp tooletteki ışığın açık kalmışlığını sonlandırmaya yeltenen alakasız kişilik her günün aynılığı ile arada yazı yazmacaları sağlamalarda... yarın öğle itibariyle babacığının havaalanlarından karşılaması anlarını iple çekmekte, iki önemli bölümü daha yazılmamışlığın esasında huzursuzluk doğurması gerektiğine ısrarla kendini inandırmaya çalışıyordu.
şimdi tamam kaffa karışık anladık. çok iş var demek çok da kolay kaçış cevaplarından olurdu. peki ipucu; mattematik kafası? çoklu bozukluk bıdı bıdısı (köfte möftetekbirleri yapmak isteyen makina makina pozu gibi)
*güsel parçalarla 20li yaşların ilk yarısını hatırlatan, bodrumdaki potansiyele bakınca nispeten şahsına münhasır mekan.
**kessinlikle tavsiye edilesi shotluk süpper içecek! bizzat ismi yazılarak bulunabilir.
ve kağıt keserse?
üzerine mısralarca manzumeler yazılabilir
ya da sayfalarca nesir
ciddi acılar çektirdiğine dair...
bir de dünden beri ısrarla tekrar ve tekrar bu şarkı dinlenir.
baya meşurmuş meğerse adamik in sandoz*u
shotları devirip çooook da güzel eşlik edilir.
vala aldık tarifleri
of bi yerlerde bulunursa içilmesi şiddetle tavsiye edilir
tabi hakkıyla yapıldığından da emin olmakta fayda var.
ayrı ca: benim küf*ürettimleri potansiyel kişiler yok etmemişler, sordum.
e nereye gittiler?
son görüntüleri...
sürekli hayatın anlamını sorguladığın bi yerde yaşamak çooook zorlamasına rağmen güzel bişi beaaa.
ne bilim arada aldığın salamı sosisi evve gidene kadar etrafta kedi kopeee yedirmek sona sana çok da bişiiin kalmadııını falan farketmek mesela, eve girerken hemmen kapı duvarına yuva yapan kırlangıcın seni görünce bi kaçışması messela. tekrar yelkenli adrenaline başlayyıp, ölesiye yorulmak, kaslarının titremessini hissedip, yanık tennin sızlamasını özlemişim bea die yastıını daha da bi sevmek messela.
uleeeeyn yemmişim tezini öteni berrini.
söyleten tuuuuuuuuborg golddur, arrada bomontilemek, teknelices bu sene of yinne iş güç tatil modduna girmek ne de güzel beaaaaa.
yinne de annemi özlerim her daiim.
o zaman haddi kiev e gidelim :)
"memleketimden insan manzaraları" tabirinin çok da geçerli olmadığı bir memlekette ikamet etmekteyiz. zira etrafta yandan yemiş delli titrek kopeciklere inat, hepsinde suratlar façadan geçilmez, ya tek göz kısıktır ya tek kulak kesik, mutlaka yanlış traş gibi bi tarafı daha uzun duran pis tüylerle bezeli yoğun kediler ile okulun yolu üstü, yollu bön ineklerinin mevcudiyeti daha bi hakimet sağlamakta.
genelinde ise geri kalanlara burda insanımsı denmekte. denmesi tamam da kabulü bir ayrı mesele. birey bazında kabuller bende redlere karşılık gelmekte.
bakkalı çakkalı içeri giren, malını alan, parasını uzatan tüketiciye inat, kutudaki arkası yarınlardan saniye göz kopuşları ile adeta iletim bozukluğu olacağı sanrısında olduğu için, işini o kopuşlara mahal vermeden görebilmekte mesela.
dolmuşçusu molmuşçusu, içerde yollusu var iken, varlığı yokluk olarak benimsermişçesine, diğer alemle keyfince muhabbette, sağa çekip ihtiyacını giderebilmekte. sürekli çalan telefonu ile içerdekini elindeki kupa kızı zannedip "he bende o var sende ne var" ifadesini bağıra çağıra deklare edebilmekte.
çeşitli dükkan önü oturanları ile önünde oturacak bir dükkanı olmayanının toplandığı bir dükkan kalabalığı, gözünü görmekten başka bir işlev için evrimleştirebilmiş mesela.
arada bi ses de çıkarıyor bu tabiri caizler; kediler ile kopecikler ve hatta bön inek seslerinden farklı da olsa, ortak paydada buluştukları görülmekte; ne diyorrrrsun be kardeşim, çıkardığın özel bir dil olsa gerek senin!
eklenmeli: buralar dışında bazı yerlerde evet ara ara insanımsılar mevcut ama genelinde -farzı misal istanbul- birey yerine yığın türemiş, aralarında da türemiiiiiş türemiiiiiiş türemiiiiş.
ankara ise adeta transparan, aferin be pek bi birey noktalamaları aman da pek bi işlevselsiniz.
sinirlendirirler azizim.
yinne bir gün içinde üçgünlemece yapıp inatla bitirmediğimiz bir gecedeyiz, istanbuldayız be abijim.
haymatlos semalarında birsen tezer ile of ki ne of, ha bommontisinden de götürmüşüz. artık sadece limited editionlarrını alırım senin effes gibi ki aldım şu güllü dallı olanından ama şişelik bıraktım şimdilik masada, dönünce bi haftasonuna artık... o da tamamen meraktan.
şimdi benden pazara kadar aziz istanbul sonra macar semaları.
teze de sen dur bekle burda sakın biyere de ayrılma dedim. aslında biyerden yakalasa, mesela hızıma yetişse. hep ben mi itekliyip durucam yaaani.
mevsimi diil ama bol bal*kabaklı bi salata ortada; karışık, sonunda garbıccccc olcak garbıccc
0 yorum zaman: 4/18/2012 12:36:00 ÖSyinne geldik,
bi dakka anlamadım ben şimdi;
bana küfür müydü ettiğin
söylediğin beni mutsuz mu etsin şimdi?
kendi işlevselliğine dair bir düşünce sistemine sahip olmayan, işlevsel bişiler nassı üretsin?
birileri artık bana bilmediğim bişiler sölesin?
messela şaşırtsın, şoke etsin (şok etmek diye bişi yok arkadaşşım, bozuyosan da önce dooorusunu bil sonra boz)
ha bi de daaaaahi diiip durmayın, ordaki da kısa olucak kısaaaaa...
eet iyi atar, despot da olur kuralcı da.
bilioruz zaten uzun zamandır nerdeyiz, sığmışız, taşmışız ya da becerememişiz
ama susun bi iki saniye
bi dürtmeyin,
hiç ellemiyoruz oraya artık
gerek var mı
yok
yapıosak da kendimize numara yapıoruz hazmetmeyi bırak yiyemedik bile daha...
ne güzel alet olmuşuz işlevsel mekanizmaya,
arada bırak da iki saniye nefes alalım
oksijen gitsin beyne
sürekli kapatılmaz ki bu şalterler,
atar,
atar yapar
mekanizmanda işlevsel çok birim var
inanan, inandığını sanan
hu ha
yırtmaya çalışan,
bişi demedik olsun zaten
ama bilen olmasın
bilmiyosa olsun.
bilen
bozulsun,
bazen aşırı kapasiteye bağlasın mesela.
bana ne arkadaşım
olunabiliyosa eet bu konuda accaip bencil olunsun.
derdin yinne kendinle olsun.
öf pöf
altı saattir girilmedik şekil kalmamıştı;
aynen yenni izlenen "metro teyze karşılaması" reklamı gibbi territory olayı -yoksa "otobüs" müydü o yaw- bir iki kıç mesafesi alanı (bir mesafeye dahil bir ibare olmamakla birlikte sadece durumu betimlemeye yardımcı bi*şeysigillerden) bu kadar sarıp sarmalayıp yayılıp, arada dönerek uyuşmuşlukları farklı yerlere kaydırma ile çözme çabalarının sadece kandırmaca olduğunun farkındaydı.
acebe durum David Le breton'un "ten ve iz" kitabından bişiilerle açıklanabilir mi? büyük şehirime varınja alıp bakıp akkademik çözümlemelere girmek lazım tabi.
ya arada cümlelerdeki anlam bölmelerinden vazgeçmek gerek deee bu da Godard*ımsı bir durum diye elleme işte...
şimdi başlasak saymaya bi milyona kadar?
messela
az önce bi "öğrencim"
-neyse hocam ben gidiiim, sizinle konuştuktan sonra kafam karışıyo
ezelden gelen bir "back to the future" ifadesel tartışması var içimde vuku bulmakta iken, üç bölümde de zaman kavramı değişmektedir öyleyken böyleyken neden "back to the future" derken esasında zaman bir yanılsamadır deyip geçiştirirken bu seferki dönüşte
-haaa tabi ya
geleceğe dönüş kaçışlardan işte tam da bu olsa gerek demek gerekti.
-neee fikir mi? o ne la?
-pööööffff!
to be continued...
bi öncesi bi sonrası yapmak lazımdı aslında ama sonrası sonrası olucek artık :)
şimdi dün hala yoldayım,
yinne uleyn uçak havaalanı insalar ne garip, arkada kalanlar, dier hayat boyutu moduna girmeler, 2-3 saat zaten düşünülmüş. zaman darlıklarını yaşamalar sonucu telaşlanmalar bigüzel takipler falan.
yani kısaca hala yoldayım...
adamın teki sarhoş diiiil;
tutmuş dolmuşcu tipin tekini anlattıkça anlatıyo,
bi soru da sarhojjdan geldi, koparan.
36nın yarısını sordu herifçi oğlu.
dolmuşçu kişilik pardon sırıtan kelek cevabı;
18
sarhojjun cevap;
15 6
(onbeş altı)
abi dedim bu neyin kafası...
hani uçuyoduk, uçak havalanları insanlar hayatlar hesaaaabı,
biz yerdeyiz abijim,
uçan herifçi oğlu.
uleyn bi beceremedik şunu...
adam profili; siyaset bilim atığı, ingilizce de almanca da bilmekte, delli konuşmakta, kırık (kendi söyleminin yalancısıyız)
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa