çizgili giymeyi çok severdi.
artık pek giymiyordu.
artık hep aynı şeyleri giyiyordu.
canı çok sıkılıyordu.
canı sıkıldığı için mi hep aynı şeyleri giyiyordu
yoksa hep aynı şeyleri giydiği için mi canı sıkılıyordu?
bu otobüslerde de hep eski parçalar bulunuyor diye şikayet ediyor yine de dinliyordu.
bilmem neleri hatırlıyor,
canı sıkılıyordu.
dinlediği için mi canı sıkılıyor yoksa canı sıkıldığı için mi dinliyordu?
zaten uzun zamandır tek taraflı dinliyordu; kulaklığın teki ne zamandır çalışmıyordu, sadece sol taraftan dinliyordu.
canı sıkılıyordu; kulaklığın tek taraflı çalışmasına çok bozuluyordu.
sürekli ayak ağrısı çekiyor, tek ayağı fena acıyor, bu durum çok canını sıkıyordu. yoksa canı sıkıldığı için mi ayağı ağrıyordu?
bu yolculuklarda da hep çişini tutmak zorunda kalıyor
şişiyor
şişiyor
susamasına rağmen içemiyordu, işemesi gerekiyordu.
sapsarı olmuş tırnaklarına takılıyordu. şekillerinin iyiden iyiye değişmiş olmasına canı sıkılıyor, o çok sevdiği ellerini göz hizasından kaldırıyordu.
oturmaktan kıçı ağrıyordu.
dizlerini hep yukarı çekerek oturuyor yoksa uyuşuklukla dizleri de ağrımaya başlıyordu.
sıcaktan tonlarca ağırlığa ulaşmış başını yaslıyor, kucağına çektiği dizlerini okşuyordu.
çizgili giyinmişti. siyah-beyaz çizgili eteğini seviyordu.
canı sıkılıyordu.
sıkıyordu canını.
canını da sıkıyorlardı üstelik.
bizzat kendi
bazen vıcığını çıkarıyordu,
incecik edene kadar rendeliyor
çatalın ucuyla dürte dürte daha da inceltip
üstüne bir de ince elekten geçiriyor
posasıyla suyunu tamamen ayırıyordu.
çişi gelmiş, susamış ama içemiyordu...
üstelik canı da çok sıkılıyordu.
bugün çizgili giymiş, gülümsüyordu.
sanırım bir kitap yazmak istiyordu can sıkıcı...
geçen gün mutfakta babasının söylediği şey aklına geldi birden;
mutfaktaki küçük masasının üzerine serdiği çiçek desenli muşamba işi örtüsü pek de zarar görmemiş haliyle uzanmaktaydı.
-aferin bak, sen de benim gibi mallarına iyi bakıyosun; aynen duruyo.
gülümsedi sadece ama aklından geçen aslında hiç kullanmamış olmasıydı...
hiç ilişmemişti bile, sadece arada bir tozlarını almak için silmiş, deterjan bile kullanmamıştı.
hiç hırpalamamış,
hiçbir şey istememişti ondan,
hiçbir şey beklememişti, zorlamamıştı ki onu hiç.
hiç söylenmemiş, başının etini hiç yememişti bikere.
hiç dertleşmemişti de, hiç akıl da sormamıştı,
sadece arada bir göz göze gelmişti o kadar.
etrafta o muşamba işinin yanında bu şekilde iletişim kurmadığı ne de çok şey vardı.
hep düşünmüştü, evet o muşamba işiyle bi işi olmamıştı o yüzden pek oralı da olmamıştı, doğaldı; ama iletişime geçmeyip aslında geçmek istediği ne de çok şey vardı. içinde yük gibi her gittiği yere onlarca tonu da götürmüştü, yük arttıkça sürüklemeye başlamış, tek yorduğu o yükleri ve yükleri her yere sürükleyen kendisi olmuştu.
of bi gün gelse, kopsaydı herşey keşke ve bir bir dökseydi yüklerini, bırakması gereken yerlere bıraksaydı keşke.
bırakabilseydi.
herkes bu şekilde yüklerle mi dolaşmaktaydı acaba? o yüzden mi omuzlar düşük, kafalar yerlerde, o yüzden mi yüz mimikleri bile yer çekimine çoktan teslim olmuştu?
evet herkes böyleydi galiba. ama birşeyden emindi. yüklerini bırakır bırakmaz ne olursa olsun aşağı sarkan dudakları yön değiştirecekti.
gülümseyecekti sadece...
yok yok bunların hepsi yatak yastık marifetiydi. artık alıştığından küçüktü yatağı birkaç gündür, yastığı ise ... birşeye benzetemedi, çünkü onunki kuştüyüydü bu ise elyaf. hergün gördüğü kimini hatırladığı kiminin sadece hislerini yaşayıp görüntülerini bilincine gömdüğü rüyalarıydı tüm sorumlu.
yine mekan değiştirmek gerekliydi...
şimdi
iki gündür ne yapsa dindiremediği bir baş ağrısından muzdarip
rahat bir ton çeker hissettiği, taşırken destek gereken bir kafa ile gezinmeye çalışmakta...
ne şekilde bu acıyı dindirebilir beyin fırtınası sonucu duvara kafa atmaya karar vermiş bulunmakta...
e ne de olsa nedeni bi taraftan da bu duvardır azizim
şimdi karşıda bi duvar
bu duvar bi adam
bu adam bi duvar
duvar adam
ve bana sordu;
duvar adama atılan bir kafa duvara atılmış sayılırsa adama da atılmış sayılır mı?
adama atılırsa, duvara da atılmış olacağı için hem adam hasar görmüş hem kafadaki ağrı dinmiş olur mu?
kafadaki ağrı dinmiş olursa, adama atıldığı için mi duvara atılmak suretiyle kafa kırıldığı için mi yoksa adama verilen zarar sonucu duvarı da etkileyeceğinden problem iki türlü kaynaktan halledilmiş mi olur?
yoksa ne de olsa karşıdaki bi duvar adam, duvar olduğundan kelli atılan kafa sonucu her koşulda zararlı çıkan kendisi mi olur? hem kafadan olur hem de ağrısı katlanarak artan bir ivmeyle kendisi tavana mı ulaşır?
ben de tek bir soru sordum bu adam köşeli mi?
ha bu arada çoktaaan duvardan bi kaç kafa yemiş kendisi, kafa göz dağılmış esasında, birkaç diş kayıp, dudak patlamış, biras kan kaybetmiş, siyah-beyaz çizgili eteğine kan falan bulaşmış, temizliim derken biras daha bulaştırmış, kafayı engellemek için refleks olarak kaldırdığı elini biras ters bi hamleyle savurduğu için birkaç parmaktan da olmuş, alçıya alınmış.
durum vahim, hepsi normalmiş gibi iki gündür geçmeyen baş ağrısını geçirme derdine düşmüş.
ben de biras düşündüm
taşındım
zorlandım biras
sonra kendine kaza süsü vermesine karar verdim.
fikrimi de söyledim.
yakın bir zamanda bulunur, kaza süsü verilmiş bir halde.
haydi bakalım beklemedeyiz...
Bu sefer her
anlamda ilişiğini kesmeye gitmekteydi,
önce "veronica ölmek istiyor"du.
uzunca bir zamandır okunmamıştı.
"...tanrı varsa;... bizi burada vakit harcamaya zorladığı için özür bile dileyebilir" e kadar göz de beyin de aynı hizadaydı.
sonra,
göz okudu,
beyin farklı şeyler düşündü.
göz okusun dedi, beyne bunu nasıl yapabildiğini sordu.
"Ten ve İz" okumalarına atladı birden.
orada
"İnsan mantıklı ya da rasyonel bir varlık değildir" yazıyordu
ve
"hiçbiri hastalık değildir, tersine herkes daha çok yaşamak ister".
"onunsa kırmızı bozuk para cüzdanında taşıdığı, küçük benzerleri arasından tesadüfen bulduğu beş senelik tanıdık kokusu vardı, gittiği her yere taşıdığı, arada yanında gibi hissetsin diye kapağını açıp gözlerini kapatıp kokladığı...
bu kadar rasyoneldi aslında; çünkü hepsi gayet de bilimsel açıklanabilir moddaydı. açıklayabilirdi hepsini; neden onu var ettiğini, heryere onunla gittiğini, neden uyurken de uyanıkken de kafasında bazı şeyleri canlandırdığını...
evet hepsi çok mantıklıydı. yanıbaşında duran
saat 0:22
10 temmuz
29,8 derece
bu durumda tek mantıksız olan saatin üstüne basıldığında aydınlatsın diye konan ışığın sürekli renk değiştiriyor olmasıydı.
Olmayan Kelimeler ajandasına kaydedilmesi gereken şeyler vardı. her gün yazılamıyordu artık bunlar. arada bomboş kalan koca iki hafta çizelgesini doldururken geçmişini yeniden yazıyordu bir nevi.
kaydını geçtiği iki haftanın ilkindeki olmayan kelimesi;
uzaklık anlayışı izafi:
kiosses (sibirya yakut dili) bir parça etin pişmesi için gereken zamanda alınan mesafe; krosa (sanskritçe) bağırdığında bir insanın sesinin ulaşabileceği mesafe; poronkusema (fince) geyiklerin hiç çiş yapmadan gidebildikleri mesafe. bizim de "bir sigara içimlik yol"umuz vardı ama...
diğer haftanın olmayan kelimesi;
mamihlapinatapai (şili, yaghan dili) aynı şeyi arzu eden iki kişinin hareketi karşı taraf başlatsın umuduyla birbirlerine yönellttikleri bakış; birbirine aşık olan ama ilk adımı atmaktan korkan kişiler arasındaki bakışma.
geçmiş o iki haftayı boş bıraktı..."
"bir dul (widow), blok bir metnin sonunda paragraflar arasında satır kesmesi izlenimi veren tek başına duran kelime veya kısa cümledir.
bir öksüz (orphan), yeni bir kolon oluşturacak şekilde bölünen paragrafın son bir veya iki satırıdır"
bkz. görsel tipografi sözlüğü
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa