annenin "necati, sakın üfleme" halleri eşliğinde telden ihtarları devam etmekte. çzellikle kritiklik hallerin hasıl olduğu zamanlarda, tahminlerin dahi ötesine geçen yakınlaşmalar sonunda daha da iyi görmekte ama hafiften(!) aralanan ağız; nelere yol açtı bilinememekte.

ya valla birileri sürekli latifelerde. oysa ki artık sanılan "herşey, heeep farklı katmanlarda akmakta"(?)

e bi süredir olmuşlar, olanlar, olacak olanlar tahmin edilmekte ve daha önceden düşüncesi dahi nefesleri kesmeye yeten o ol'lar, aynı kesintilere yol açmamakta -- neyse ki...

heh latife olan tarafı, metazori bir durumun temelde çooook zor gelmesine rağmen, katlanma meseleleri ile başa çıkılabilmenin demek ki mümkün olma tarafında!

anne'ye söz;
gördüm,
merak etme,
santoor'un güzelliği eşliğinde...


ne acaiptir, bazı şeyleri geçiceksinlerdeyiz... hatta geç geç bunları ya da geeeeeç geeeeeç... geçmiş zaten, altından ne kadar sular mı akmııış, öle mi derlerdi, üstünden bişiler mi geçmiş, yaşanmış mı sanki? yoksa mazide kalma ne kelime hatırlanamaz mı olmuş. yahu noluyo mu dersin, hani kimi hatırlamamak için çaba gösterir, hatırlamak için kasar mı bi insan... nie o hale gelmiş, yahu dur sor ma; yok yok şaşkınlıktandır.
bi sakin...

teşekkür ederim.
bugün en çok da bunu söyledim, işte tam da bu yüzden geçiceksin bunları canım...

vay bea kocca perdede oynanan pes mes'11 izlenceleri seyirlikti, kendime şaştım. oynayan koca bebeleri- bebe çünkü biara 27inch canıııım mac'in başında arkadan hakkaten aaaaynı bebe - daha çok girdikleri minik ifadelere tanık olmaktı keyfim :)

ha bi de bu arada böle ufak tefek usb uçlulardan toparlar oldum :) ışık hediyedir, satın alınmaz. pervane satın alınmadır, gayet de iş görür görünür, yaza inşallaa.

















buarada bebe'ler alınmasın, oldukça sevimlisinden iyi niyet göstermeliği bir terimdir ağızdan çıkan :) sevilenlere sölenir...



güsel güsel :)))

hmmm akşam olmuş, okulda odada, bi de ışıkları da yakmayınca, güneşin de kocca pencerelere deniz üzerinden vuruşu of of

hi ho ne delli gibi esen, kafada saç baş üstte etek elbise bırakmayan rüzgardan bahsediyorum yalnız, ne de beni haaaala iki büklüm eden, adeta gaz varmış ifadesini suratıma yapıştıran komple sol taraf sancılardan :S
ha tez durumundan hiiiç söz etmiim dicem, hadi bugün biras yol aldım gibi ve hemen gevşedim :)

yemmek memmek de düşünmek lazım, dünki gibbi komşuda pişer bizze de düşer sonra muhabbet muhabbet olsa..
komşuma efenim sevgiler tabbi

vu haa şişenin dibini de gördük, spartacus ün sonunu da. dexter da dahi bu kadar kan görmedim ki adam kan analisti :P

valla spartacusde bile duygulanıosun o derece yani. e tabi olay yine gerçek üstü sevgi aşk hikayeleri ki inanmak istesen de ı-ıh... 9gün tatil boyunca iş günü öncesini kafa bulandırmaya, kanı sulandırmaya ayırmak da bana yakışırdı heralde.

ne kadar da sessiz...

hmm eet sıkıldım, tatilden. tatil yapamasam da...

çoook meşgul olmak lazım, düşünmemek lazım, beyni bulanıklaştırıcak, içten geleni iyice yüzeye taşicak herşeyden uzak durmak lazım...

ama saymacalara devam. artık saymacaları bırakmak, bırakabilmek lazım...
hiç saymaya başlamamış gibi... keşke...

hala içerdeki ses volumü düşük dahi olsa, yankılarını bulmakta. ama sadece geri dönüşleri ben duymaktayım, sürekli tekrarlarcasına... beyaz diil ama sarı duvarlarda...

en iyisi erkenden zıbarıp yatmak lazım, kendini tutabilmek için, şimdiye kadar yaptığım gibi. artık böyle olması lazım, kandırmak diil kendini, olanı görmek, kabullenmek de diil, sadece olanı görmek için...

sağ el, baş parmak dolayları... kesikler, anneden kalan domates doğrama tekniği...

yeni yeni misafirler de var. üstelik çok da sevmişler beni.

kaz, köpek, horoz seslenişleri arasında en anlamsız geleni, beş vakit ardındaki yayını kesmek için yapılan hamlenin iki dıt dıııt sesi. nası yani?

ha bir de battaniye altı okumalarına dalmış yarım gözlerle, içerden gelen pat sesi... sanki bişi olmicak gibi çekinmeden atılma ki aşırma vakaaalarına şu aralar çok rastlanır olmuş söylentileri... neyse ki sadece beeeembeyaz bir kedi. işin ilginci hiiiç de uğraştırmadan girdiği pencereden çıkması diil, çıktıktan sonra dönüp birkaç saniye gözlerin içine bakması... bu da illaki bişilerden bi anlam yakalama çalışmalarının neticesi...

beden incinmeleri biraz hafiflemişken- çatlak endişesini tam da atmışken- üstelik panoları bembeyaz evlerle çevrili mekanda sarı duvarlara daha yeni asmışken, üstlerinde sadece iki-üç not gezinirdi, notlardan birinde yazanı dinledim. şimdi.

memlekette tüm evler beyazken, evin içinin sarı olması nası bi çelişkidir?
beyaz duvarlardan nefret ederken ah beyaz olsaydı duvarlar demek nası bi çelişkidir?
taş evlere özenip taş görüntüsü veren kağıt mı kaplasam amele düşüncesi nası bi çelişkidir? tv si olmayan biadama tivibu teklifi nası bi önermedir? (bliyoruz tivibu ne, neyse ne)
çelişkilerden önerme terfi seçkisi, sırf kendini tekrar etmemek niyetine yazılırken, sürekli tekrar eden şeyleri yapıyor olmak, heh warhol un dediği keşke biri ipek baskıyı çok iyi becerse de benim işlerimi benim yerime tekrar tekrar bassa!
şimdi bununla önceki mevzubahislerin ilişkisi nedir?
ha bi de utanmadan, üstelik kutu birası olmadan kutu birası soğutucu zımbırtısını alıp almama kararsızlğını yaşamak da neyin nesidir?

valla ben bilmem, spartacus izliyorum...

sakarlık diz boyu; sırta ve bele vurmuş, kafayı gözü yarmaya az kala geçici felç durumları ile paçayı kurtarmanın inlemesi fonda, yarıdan bakan gözlerle tezelden çalışmaları...

çekilen fiziksel acı gerçektir. durumun bu kadar dramatize edilerek dile getirilmesinin altında elbette belli bir neden yatar; dün gecenin ikisinden kalma moulin rouge izlemesi; son sahneler, çok iyi bilinen popüler parçalardan düzenlemeler ve aslında daha önce hiç düşünülmeyen lyric'lerinin inanılmaz lirik çalışmaları, ciddi anlamda duygusal dakikalar vs vs vs... özellikle normalde ikinci yarıya denk gelmesi gereken sahnelerden etkilenmeler olası. çok masalsı, sözde çok "yüce" artık yok öyle duygulanım derken ama cidden oldukça gerçekçi; mutlu son yok bi kere!

1
sesim hala yankılanıyo, boş görünüyo ama boşluktan diil, uzaklıktan!
görünen boş mudur? boş olan görünür mü? aslında görünmemesi gerekir ki boş mu hissedilsin... peşi sıra ne diyorum ben saatleri, iyi saatte olsunlar- yoksa bu da saatler olsun aslında sıhhatler olsun cinsinden mi :S

1+1
eet bakınca içerisi görünüo, perde yok tamam ama nedeni şeffaflıktan!

1+1+1
tek değişmeyen bence yürüyüş salınım-ı, o da kesinkez emin olmaktan!

herseferinde anneden gelen soru aynı, giden cevap da, ferahlık-tan...

***meraklısı olduğumdan diil, tınısını sevmekten kullanım!

çok yeni, hennüz epeyce boşluklarla dolu, geçen sözünü ettiğim azlık çokluk hikayesi işte. madem mevzu bahis ettik, görselleyelim diye devamı...


balkon-m



hala yetmeyen çalışma ortamı ofis usulü massa-m, ayakkabılık diye üretimi gerçekleşen kitaplık niyetine, oturmalıklarımın olmaması yastıklarını almama engel diildi :) ve arada boru döşemelik zaman harcamaları



ta daaaa; çöplerdedir gözüm dedim, alakasız iki parça, süpper silikon tabancam ve döner başlıklı + erken doğumgünü pastası yerine denemeler...

olduğu yerde kalan ama olduğu yerde aslında durmayan şahıslardan... azlık çokluktur ifadelerinin yanında azlık can sıkıcıdır hissiyatlarına karşı duramama ama büyüüük istekler imac ler, bu yüzdendir azlıkta sabit kalmalar. madem can sıkıcıdır; iki güne bir olanın da yeri değiştirilerek statiklik sözkonusu olmamakta. ha gözler de çöplerde hani garip atılmışlıklar aslında odalarda varlık gösterebilirler beklentileri ile...

bu arada sarılmışken senelerin kuştüyündene, görüp gözün kaldığı kaz tüyündende hala akıl.

valla bişiler tutuşmuş yol almak gerek diye kalmalar. şu ara sessizlik ihtiyaçtır. neyseki buralarda haaaala güneş açmakta :)

6 ekimden buu yana...

odadakoltuk zaman zaman yer değiştirirken sakinlerin de değiştiği gözlenmekte. oda gelen gideni ziyaret olayı şeysi ile bişiler sorma isteme can sıkıntısı sonucu proje tartışsak ne dersiniz sıklaşmakta oldukça. içilen çay-kahve bardakları kanatlanmışken bir bir odaya konmakta. git gellerde samimi servis zamanları yaşanırken, nassı yani eller yavaya nidaları sonucunda sessiz olun birazcık yavrucuuum... söylemleri aslında bünyede içerlerde salınmamakta. her gün karşıda görünen deniz ile aman ne de güzel hava sinirleri alarak, ömürlük uzatmalar ciddi anlamda söz konusu olabilmekte...






**son kare makina aslen şahsa ait olup, kullananı bir öğrencidir e öğrenci işlerine de yer vermek lazım gelir, obaaaa :)

***ciddi diil-im bu arada

hmm sanırım dün geceki kutlamadan kalan tatsız makarnadan ötürü 21.30-08.30 arası Baraka izlemeleri eşliğinde full mesai uyuyakalıp, bir ara otomatik çalıştığını nası oldu da farkettiğimi bilemediğim klima kapatmaları ve ardından mesai devamı... (nolyö bidakka bu kadar uyunur mu şaşkınlıkları sürmektedir)

o diil de sabah kalkınca izlenen social network gibi filmlerden arta kalan vay be adamlara bak zehir zemberek zeka hissiyatının verdiği salak mıyım ben sorgulamalarıyla yüzleşirken yalnız mıyım merak içindeyim... ya da tutku ile peynir yemeği sevme konusunda(peynire sevgimden tutkuyla yerim eet, yanında şekerlisinden güssel bi çay da içerim hatta ama burda kastedilen yarım paket tutku ve gayet tuzlusundan bir köyden peynirdir efenim)...

bi taraftan beklenen misafirlerden ötürü back to the future üçleme izlemecesi davetini geri çevirmenin hüsranını da hissetmiyorum değilim :S bu yüzden bi kilo üzüm yedim, şişkinti ile oturmaktayım...

vay beee ne pazar ama :)

koyu bir kakao eşliğinde -ki koyu olmasının nedeni evdenmezde bulunan hacimsiz tek fincanımsı ve sütsüzlükten ileri gelir- bodrum semalarında otuz günü devirmiş olmanın şerefine, eğlencelik cinsinden seyirlik süpper kahraman olmaya özenen bir ergenin maceralarını izlemekteyim.
sonrası niteliksiz bir makarna ile tembellik devamları...
normal koşullar altındayken bu koşullar içinde sanki dudak kenarları aşağı sarkar, ama bu aydönümü güzel bir gündü.

gerilerde bıraktığım günlerin total tahminleri ve sonucunda gerçek toplamı öğrenmenin verdiği şaşkın bakışları haaaaala görmekteyim. bu tepkilerin verdiği hissiyatın güzelliğini hiçbir zaman inkar edemeyeceğim bi gerçek. kasım zamanları hele de yaklaşan sonları, bu söylemleri etmeme nedendir, malum. herkes hadi canım göstermiyosun dese de, ben ama ama demekten uzak duramamaktayım :S
neyse napalım, bebe gibi ortalarda zıplamaktayım hala, içten gelenin dıştaki yansıması bu valla. 25 sonrası bir iki gün ara ile verilecek ıslak hamburger kutlaması, heyecanındayım :)

son durum dippo; benimseme evrelerine geçişlerde daha bi farklı. hergün denizi görmek ve ısınmak hala... yerleşme de yakındır, birkaç gün daha.



yenilerin esameleri okunurken suratlarda tebessümlerle hoplayıp zıplamalar eşliğinde... hele de evet nispetlik; yemek arası denize bi girip çıkiim diyebilmenin acaip ötesi güzelliği hem de kasım semalarında.

sonra evdenmez'e giden mezarlık yollarından geçerken her gün... yine günlerden birgün; duyulan bir yeni hayat biri, bir de hayatını yitiren birinin yol açtığı beyin hırpalanmalarında... en çok da yitirilen değil de yitirenin verdiği ses tonlarının iç acıtmaları... heh ne de ironik; hal bu ki buralar alabildiğine sakin akşamlarda...



planlanandan iki saat önce açılan gözlerle duyumlanan beethoven eşliğinde ave maria güzelliği, işleyerek dolduran...

hı hı kimi için sabahın körünün göreceliliği olsa gerek.

sonunda; hocam geldi kargonuz. üçgündü hani soruşturmaları unutulur. gelenin birinden okudukça yuh bu kadar mı denk gelir hayretleri. yahu bunları tamam buralara taşımayı sevmem. hani bakın ne de güzel söylemiş adamın biri tripleri... ama yok yapıcam. olay yüz ve ayna çerçevesinde cerayan etmekte!

"Yüz'de Yüz*" demiş adam(lar). birkaç şiir birkaç resim birkaç tipografi. takılan ifadeler şöyleler:

Bir yüz kendini çizerse yüzleşir mi?
...
Aslolan yüzümdür, ayna aynı hikaye!


Ayna hep ikiyüzlü kalacaktır!
...
Yeryüzünde yüzünü yer mi yüzün?


Göremediğim bir yüz var içinde,
yüzüyorum onun içinde!...

vs vs vs.

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa