olduğum yerde hiç bu kadar küçükleşmedim ya da sahnede birinin bu derece büyüdüğüne şahit olmadım. yalnız(?/!) dım, 60 kişi içinde. bir an sadece ben ve sahne ve beynin askıya alınmış anları. arada, kocamanlaşan koltuktan kalkmak ne kelime, başımı bile çeviremedim, çıkmamak için, askıdaki beynim, kafatasında bir o yana bir bu yana çarpan bir sarkaç moduna girmesin diye. ağzımı açmadım, gözümü kırpmadım -tamam bu abartıydı, istemsiz ne de olsa kırptım ama askıdayken. sonra hiç bu kadar samimi olmamıştım, olmamıştı. "söz uçar, yazı kalır" söylemiyle kalemi eline alan ilk ve belki tek kişiydim. naçizane "evet, söz uçar, yazı kalır ama bazen kelimeler de kiyafetsiz kalır. bu kapıdan yürüyerek değil, adeta süzülerek çıkacağım" dedim, kıymetini bileceğine emin olduğum için... vay be... ne geceydi.. bir tutam hüzzamdı sadece. sıkışmış, kızışmış, bunalmış, vermiş vermiş, verilmiş kimlik ile solumaya çalışmalar sadece çelişmeler yaratmış.

e yine pişti oldum ama;
ders; sosyal kimlik sorunları, var olan bir ben, verilen bir ben, var edilmeye çalışılan bir sen, aslında olan senle beraber, sen ve ben, bazen biz, bazen sadece ben veeeeeee sen... bakalım bir dönem bu çelişmeler ile varlığı huzursuzluklara vesile olan çatışmalar, yaşanması yetmez bir de bilimsel daha neler neler...

aha yine bakmadığım tarafta parlamalar, kıpırtılar. göz önüne düşen ferler- neydi ki o, perde mi? öyleyse yanlış oldu çünkü güneşlikler rafa kalktı. kalsa kalsa sadece tüller kaldı aralanan.

0 yorum:

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa